24 Aralık 2008 Çarşamba

ATA'yı anlamak.

sevgili blog ahalisi bugün sabah gazetesinde ali ATA bak dedirten bir yazı okudum, PLS ne olur yalvarırım siz de okuyun bu zihniyeti.
yavuz donat isimli saniyorum PEK DE AKİLLİ BİDİK biri yazmiş, Inan Kıraç'ın ne demek istediğini ise ben lise sondayken bizim döneme çılgın türkler kitab-ı hurafesini dağıttığında anlamalıydım.
NEYSE habere ulaşmak için aşağıdaki YES butonuna basmanız yeterli:

YES BUTONU



son olarak, ben güzelden anlarım deyip bir blog entrysinin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.

-haberi tekrar okudum da attrk'ün babası ali numan kıraçla ben de tanışmak isterim-

16 Aralık 2008 Salı

yoksa sen hala bilmiyor musun (haco being jackson)










bu muhteşem benzetmenin trt'den çıktığını düşünüyorum.
haberle ilgili linkler ise;
bu ve şu.

15 Aralık 2008 Pazartesi

moli teorisi

deniz molisi


ev molisi

14 Aralık 2008 Pazar

pazallll

pazar pazar kendime acımayıp okula gittim. son güne bırakılan ödev için 2 film izlemem gerekiyordu. iki tane olmalarına rağmen pek de süper film değillerdi. okula vardığımda öğrenci rezervinden almayı planladığım iki filmden birini benden önce birinin kaptığını öğrendim. mecburen ilk önce SELAHADDIN EYYUBİ isimli filmi izlemem gerekiyordu. nedense naif bir ruh haliyle türk yapımı olabileceğini aklımdan bile geçirmemiştim. bunun selahaddin eyyubi'nin kürt olduğuna niyeyse emin olmamdan kaynaklandığını sanıyorum, ama aslında türk mü kürt mü yoksa arap mı diye bir araştırma yaptım desem yüzde yüz yalan olurdu. neyse lanet film cüneyt arkın filmi çıktı. atlar 15 dakika koşup, cüneyt artık 20 dakika dövüşünce, bir saatlik filmin geriye kalanını da çöl havası vermeye çalıştıkları fakat arkadan denizin gözüktüğü plajdaki develeri çekerek doldurmak çok zekice olmuştu, yönetmeni alnından öptükten sonra diğer filmi izleyebilmek için dua etmeye başladım fakat diğer film bir türlü geri dönmek bilmedi ve ben aynı dersin filmleri kadar kötü olan okumalarına yol aldım. eve dönerken daha evel yanıma oturmuş olmalarını tecrübe ettiğim fena bi çift yine yanıma düştü. ben ayaklarımı uzatabilmek için genelde en arkaya otururken, onlar da sevişmek için genelde arkayı tercih ediyorlardı. bütün yol müziğe rağmen ŞAPŞUP sesleri arasında evime döndüm. çocuğun kızın poposuna tabiri caizse ŞAPlak attığına filan şahit oldum. bakmak istemiyordum ama camdan görüntüleri yansıyordu. gerçi bir yandan çok rahatsız edici gelen bir şeye bakmak için hissedilen o BASTIRILAMAYAN arzuyu duyuyordum. UNIVERSAL olduğunu zannettiğim bu hissiyatla bloguma gelip üşenmeden okuyanlar da vardır kesin, burdan onları bir güzel lanetliyorum.

12 Aralık 2008 Cuma

feysbükta heyhatlar

d'aaccord.

sabah cantiye bebek gibi projektörü teslim ettikten birkaç saat sonra kendisi beni aramak suretiyle, simin bir şey söyleyeceğim ben projektörü yere düşürdüm şakasını yaptığında telefonu tuttuğum kulağıma İNME İNDİ ama çenesiyle abukluklar yaparak kulağını kıpırdatabilen ve bundan gurur duyan insanlardan zerre haz etmediğim için bu inme mevzuunu pek dert edindim diyemem. bugün ilk defa birine sebzeli bir yemek pişirmenin haklı gururunu yaşadım, yeni sardırdığım brokoli çılgınlığının suçunu maruz kaldığım progesteron takviyesine atmaktan hiç çekinmiyorum.

erken gelen menopozdandır belki ama yaşlılık kompleksine de sonunda girdim. beş sene evelki ışığı artık kendimde göremiyorum diye hallendim bugün. sonra konu ilerleyince o ışığı bana başkalarının atfettiğini, bugün o insanların nerede olduklarını sorguladım. başkalarının ne düşündüğü bu kadar önemli mi sorusu beni kendime getirdi. ne düşündüğüne önem verebileceğim BAŞKALARInın sayısı o kadar aza inmiş ki üzerime ışık tutan varsa bile fark etmem mümkün değil. egomun sürekli ekstrem uçlar arasında gidip gelmesine engel olabilmeyi çok isterdim. kafamdaki şeyleri, karşılıklı tartışabileceğim bir kendimle konuşmayı isteyecek kadar megolamanlaşabildiğim -nasılsa sürekli bir muhalefet halindeyim- , bir yandansa gençlik elden gidiyor kendimden beklentilerimi gerçekleştiremedim üstelik o beklentilerin ne olduğunu da hala öğrenebilmiş değilim kafasına girebildiğim cliché ikilemi never-ending ergen ruh halime veriyorum.
istanbul'dan gitme hayallerine kendimi sürekli kaptırıp yalnız kalabildiğim her anda gainsbourg familyasından müzikler dinleyip sigara içmemi, karpuz kabuğundan gemiler yapmak'taki çocukların duvara astıkları manzara resmini saatlerce izlemesine benzetiyorum. onların durumunda bu acıklı olurken, iş bana gelince üzerimde komik duruyor. en azından derdimin istanbul ya da türkiye olmadığını göremeyecek kadar düşükkzekalı değilim, kendimden kurtulabilmek için yabancısı olduğum bir contexti arzuluyorum. üçgen şeklinde olduğunu varsaydığım mirror-egomun en sivri köşesi aliyle vakit geçirirken kendimden sıyrılıp efori haline ulaştığım zamanları da hatırlıyorum ama yıllar geçtikçe hepimiz daha mantıklı ve daha karamsar oluyoruz gibi geliyor, ya da bana bütün seçenekler az çok ama hep karanlık geliyor.
benim gibi herhangi bir insanın iç dünyasına dair bir şeyler yazmaya çalışması sığlığın tavan yapması sonucunda çirkin oluyor biliyorum, ama insan orhan pamuk olmayınca hisleri doğru dürüst anlatmaya çalışmak kendi trajedilerimle komiklik yapmaktan başka bir halta benzemiyor ama bunun için pek üzülüyorum diyemem.

7 Aralık 2008 Pazar

sokağa çıktım.

ama bu kısma başlamadan önce sabah gazetesine teşekkürlerimi sunmak istiyorum, en sonunda birisi empati kurmak için olmasa da, mehmet'in değil mesut'un haberini yaptığı için. mesut, 17 yaşındayken öcalan lehinde sloganlar atarak pkk partizanı bir yürüyüşte bulunduğundan içeri alınacakken kendini askerde bulmuş, askerdeyken pkk'nın döşediği iddia edilen mayınlardan birine basarak ölmüş. cenazesi türk bayrağına sarılı mesut'un tabutunun başında hiç türkçe bilmeyen annesi kürtçe ağıt yakmış. bir de sema maraşlı adında, sanırım yeni denilebilecek bir yazarın röportajı vardı gazetede. otuz dokuz yaşındaki sema, aldatıldığını duyunca üç çocuğunu da alıp kocasından tek celsede boşanmış, şimdilerdeyse islami kesimde evlilikle ilgili masallar -kendisi böyle diyor- yazıyor. neyse niye bu kadar uzattım, yaşadığı çevredeki kadınların boşandıktan sonra çaresizlikten aynı adama tekrar kuma olarak dönmek zorunda kalması gibi bir durumun varlığını ilk kez bu röportaj yüzüme vurduğu için sanırım.
bunun dışında türkiye'de tek gecelik ilişkilerin sayısının bayağı artmış olduğunu okudum, bununla ilgili yapılan sıralamada fransa'nın ardından sekizinci olmamızdan hoşnutum, demek ki türkiye paris olsun kampanyalarımız çeşitli illerde başarıya ulaşmış, artık bizler de metroda sevişebileceğiiz.

neyse işte, dün öğlen uzun süre sonra yapmam gerekenleri düşünmeden evden çıktım. akşama doğru pilimiz bitmişken kendimi önce küçük beyoğlu'nda bulmam üzücüydü çünkü daha geçen gün evde kahvaltı edip muhtemelen çizgi film izlerken, evet bir daha hiçbir kuvvet beni o sokağa sokmasın piliiz diye kendi kendime karar almıştım. hıncahınç kalabalık ve oldies eşliğinde lisede kendi dönemimden görüşebildiğim sayılı kişilere merhaba demek üzere bayağı bir merdiven çıktık. bu esnada elektronik devreler dersinde beraber kapasitör bağladığımız arkadaşları görüp selamlaşmayı ihmal etmemiştik. yukarı ulaşıp selam verdiğimiz hızla, geçen günkü überdüşükzekalı 'hatayla pilava gitme' maceramı da anlatıp, onları antiheroique bizans kahkahaları atmaya zorladıktan sonra fatoşun tatlı sarhoşluğuyla vedalaştıms. sarhoşken herkes fatoş kadar tatlı olsun kampanyalarına da girişebilirim idunno.

ordan kaçtıktan sonra urbana oturup brownie yiyelim derken, başka arkadaşları görüp onların yanına çöktük. ulan yine cok neşeliydiler, yarabbim ben niye böyle sıkıcı biriyim diye dertlenmeye başladım. bi yandan östrojen takviyesine başlamış olduğum için çok duygusaldım ve aniden hepsine sarılıp yaağ hepinizi çok seviyorum diye ağlasaydım keşke ama hiç içki içmemiştim maalesef. neyse işte insanlar bir nevi yalnızlıktan şikayet ediyor, bir yandan da bekarlıktan istifade hemen askere gidip geelelim de askerdeyken kimse bizi terk edemesin gibi eke-eke kafasında muhabbetler döndürürken, ültra heycanlı bi hayatları olduğunun farkında mıydılar acaba. sonuçta bizim tek heycanımız korayın getirdiği pakette gerçekten iskender olup olamayacağı ya da benim brownieyi bitirip bitirmeyeceğimken dogzstarda bambaşka hayatlar dönüyordu.

eve dönerken yine polis çevirdi. hatta gittiğimiz yolun 2 şeridini de tıkayacak biçimde çevirme yaptıklarından yine trafikte çılgın vakitler kaybettim. bu arada ben polisin gayet kimliklere bakıp spesifik kimseleri aradığını sanarken, kimliklerimizi toplayıp, tek tek numaralarının kaydını bir cihaza aldıklarını gördüm, sonra da bizi uğurladılar. buradan kıt zekamla, polis şu kimlik sahibi şu saatte şu istikamete doğru yol almıştır mı diyor acaba diye düşündüm. belki de numaları daha sonra GUGİLda aratip 800 metre ilerde bizi yakalarlar diye düşündüm ama yakalaması için bindiğimiz aracın plakasını alması gerekirdi ve almadı gayet, neyse bilemeem.

5 Aralık 2008 Cuma

fotoblög

bloga fotoğraf koyma olayı bayağı tuttuğu için ben de akşamın ilerleyen saatlerini muhteşem fotoğraf çalışmalarıyla anlatmak istiyorum. inanılmaz bir cürretle akşamki programı sattığımı belirten mesajıma alinin hiçbir cevap vermemiş olmayışı beni strese sokuyor olsa da bir şeyler okurum diye sevinirken şu arkadaşlar eve nakloldu:


BU DURUM molinin hiç hoşuna gitmemişti, çünkü çocuklarla molinin teması konusunda aileden oy birliğiyle herhangi bir karar hala çıkabilmiş değil, halbuki ben daha 1 yaşındayken evimize halk arasında tiger boxer diye bilinen bobi gelmişti. neysee.


köşesine geçmesi emredilmiş olan evin şımarık dostu kah tırsıyor kah üzülüyor.



akşam yemeğinde, kedi, köpek, jumbo karides gibi bıyıklı hayvanları kesinlikle yemem.

sorry

bugün aliye gidecektik ama kendimi pek sosyal bir hayvan olan insan gibi hissetmediğimden ben evime döndüm. hatta okula tamamen boş yere gitmiş oldum, hiçbir derse girmeden çıktım. tatilde yaya yaya izlemek üzere bir takım filmler aldım. şimdi bakıyorum da izledikçe ruhumu çürütmeyecek herhangi bir film alabilseymişim keşke. evde stressiz birkaç gün geçirebilecek olmaksa gerçekten haftalardır yakalayamadığım bir ruh hali. minibüse KIZ binice radyoda çalan turkish pop'u kapatıp CD'den teknoyu veren şoförleriyse hoş karşılıyorum. kesileceklerini hissettikleri için korkudan patır patır sıçan koyunlarla doldurulmuş carrefour alışveriş merkezlerinden ise bayram süresince akıl ve burun sağlığınız için uzak durmanızı salık veriyorum.