24 Aralık 2008 Çarşamba

ATA'yı anlamak.

sevgili blog ahalisi bugün sabah gazetesinde ali ATA bak dedirten bir yazı okudum, PLS ne olur yalvarırım siz de okuyun bu zihniyeti.
yavuz donat isimli saniyorum PEK DE AKİLLİ BİDİK biri yazmiş, Inan Kıraç'ın ne demek istediğini ise ben lise sondayken bizim döneme çılgın türkler kitab-ı hurafesini dağıttığında anlamalıydım.
NEYSE habere ulaşmak için aşağıdaki YES butonuna basmanız yeterli:

YES BUTONU



son olarak, ben güzelden anlarım deyip bir blog entrysinin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.

-haberi tekrar okudum da attrk'ün babası ali numan kıraçla ben de tanışmak isterim-

16 Aralık 2008 Salı

yoksa sen hala bilmiyor musun (haco being jackson)










bu muhteşem benzetmenin trt'den çıktığını düşünüyorum.
haberle ilgili linkler ise;
bu ve şu.

15 Aralık 2008 Pazartesi

moli teorisi

deniz molisi


ev molisi

14 Aralık 2008 Pazar

pazallll

pazar pazar kendime acımayıp okula gittim. son güne bırakılan ödev için 2 film izlemem gerekiyordu. iki tane olmalarına rağmen pek de süper film değillerdi. okula vardığımda öğrenci rezervinden almayı planladığım iki filmden birini benden önce birinin kaptığını öğrendim. mecburen ilk önce SELAHADDIN EYYUBİ isimli filmi izlemem gerekiyordu. nedense naif bir ruh haliyle türk yapımı olabileceğini aklımdan bile geçirmemiştim. bunun selahaddin eyyubi'nin kürt olduğuna niyeyse emin olmamdan kaynaklandığını sanıyorum, ama aslında türk mü kürt mü yoksa arap mı diye bir araştırma yaptım desem yüzde yüz yalan olurdu. neyse lanet film cüneyt arkın filmi çıktı. atlar 15 dakika koşup, cüneyt artık 20 dakika dövüşünce, bir saatlik filmin geriye kalanını da çöl havası vermeye çalıştıkları fakat arkadan denizin gözüktüğü plajdaki develeri çekerek doldurmak çok zekice olmuştu, yönetmeni alnından öptükten sonra diğer filmi izleyebilmek için dua etmeye başladım fakat diğer film bir türlü geri dönmek bilmedi ve ben aynı dersin filmleri kadar kötü olan okumalarına yol aldım. eve dönerken daha evel yanıma oturmuş olmalarını tecrübe ettiğim fena bi çift yine yanıma düştü. ben ayaklarımı uzatabilmek için genelde en arkaya otururken, onlar da sevişmek için genelde arkayı tercih ediyorlardı. bütün yol müziğe rağmen ŞAPŞUP sesleri arasında evime döndüm. çocuğun kızın poposuna tabiri caizse ŞAPlak attığına filan şahit oldum. bakmak istemiyordum ama camdan görüntüleri yansıyordu. gerçi bir yandan çok rahatsız edici gelen bir şeye bakmak için hissedilen o BASTIRILAMAYAN arzuyu duyuyordum. UNIVERSAL olduğunu zannettiğim bu hissiyatla bloguma gelip üşenmeden okuyanlar da vardır kesin, burdan onları bir güzel lanetliyorum.

12 Aralık 2008 Cuma

feysbükta heyhatlar

d'aaccord.

sabah cantiye bebek gibi projektörü teslim ettikten birkaç saat sonra kendisi beni aramak suretiyle, simin bir şey söyleyeceğim ben projektörü yere düşürdüm şakasını yaptığında telefonu tuttuğum kulağıma İNME İNDİ ama çenesiyle abukluklar yaparak kulağını kıpırdatabilen ve bundan gurur duyan insanlardan zerre haz etmediğim için bu inme mevzuunu pek dert edindim diyemem. bugün ilk defa birine sebzeli bir yemek pişirmenin haklı gururunu yaşadım, yeni sardırdığım brokoli çılgınlığının suçunu maruz kaldığım progesteron takviyesine atmaktan hiç çekinmiyorum.

erken gelen menopozdandır belki ama yaşlılık kompleksine de sonunda girdim. beş sene evelki ışığı artık kendimde göremiyorum diye hallendim bugün. sonra konu ilerleyince o ışığı bana başkalarının atfettiğini, bugün o insanların nerede olduklarını sorguladım. başkalarının ne düşündüğü bu kadar önemli mi sorusu beni kendime getirdi. ne düşündüğüne önem verebileceğim BAŞKALARInın sayısı o kadar aza inmiş ki üzerime ışık tutan varsa bile fark etmem mümkün değil. egomun sürekli ekstrem uçlar arasında gidip gelmesine engel olabilmeyi çok isterdim. kafamdaki şeyleri, karşılıklı tartışabileceğim bir kendimle konuşmayı isteyecek kadar megolamanlaşabildiğim -nasılsa sürekli bir muhalefet halindeyim- , bir yandansa gençlik elden gidiyor kendimden beklentilerimi gerçekleştiremedim üstelik o beklentilerin ne olduğunu da hala öğrenebilmiş değilim kafasına girebildiğim cliché ikilemi never-ending ergen ruh halime veriyorum.
istanbul'dan gitme hayallerine kendimi sürekli kaptırıp yalnız kalabildiğim her anda gainsbourg familyasından müzikler dinleyip sigara içmemi, karpuz kabuğundan gemiler yapmak'taki çocukların duvara astıkları manzara resmini saatlerce izlemesine benzetiyorum. onların durumunda bu acıklı olurken, iş bana gelince üzerimde komik duruyor. en azından derdimin istanbul ya da türkiye olmadığını göremeyecek kadar düşükkzekalı değilim, kendimden kurtulabilmek için yabancısı olduğum bir contexti arzuluyorum. üçgen şeklinde olduğunu varsaydığım mirror-egomun en sivri köşesi aliyle vakit geçirirken kendimden sıyrılıp efori haline ulaştığım zamanları da hatırlıyorum ama yıllar geçtikçe hepimiz daha mantıklı ve daha karamsar oluyoruz gibi geliyor, ya da bana bütün seçenekler az çok ama hep karanlık geliyor.
benim gibi herhangi bir insanın iç dünyasına dair bir şeyler yazmaya çalışması sığlığın tavan yapması sonucunda çirkin oluyor biliyorum, ama insan orhan pamuk olmayınca hisleri doğru dürüst anlatmaya çalışmak kendi trajedilerimle komiklik yapmaktan başka bir halta benzemiyor ama bunun için pek üzülüyorum diyemem.

7 Aralık 2008 Pazar

sokağa çıktım.

ama bu kısma başlamadan önce sabah gazetesine teşekkürlerimi sunmak istiyorum, en sonunda birisi empati kurmak için olmasa da, mehmet'in değil mesut'un haberini yaptığı için. mesut, 17 yaşındayken öcalan lehinde sloganlar atarak pkk partizanı bir yürüyüşte bulunduğundan içeri alınacakken kendini askerde bulmuş, askerdeyken pkk'nın döşediği iddia edilen mayınlardan birine basarak ölmüş. cenazesi türk bayrağına sarılı mesut'un tabutunun başında hiç türkçe bilmeyen annesi kürtçe ağıt yakmış. bir de sema maraşlı adında, sanırım yeni denilebilecek bir yazarın röportajı vardı gazetede. otuz dokuz yaşındaki sema, aldatıldığını duyunca üç çocuğunu da alıp kocasından tek celsede boşanmış, şimdilerdeyse islami kesimde evlilikle ilgili masallar -kendisi böyle diyor- yazıyor. neyse niye bu kadar uzattım, yaşadığı çevredeki kadınların boşandıktan sonra çaresizlikten aynı adama tekrar kuma olarak dönmek zorunda kalması gibi bir durumun varlığını ilk kez bu röportaj yüzüme vurduğu için sanırım.
bunun dışında türkiye'de tek gecelik ilişkilerin sayısının bayağı artmış olduğunu okudum, bununla ilgili yapılan sıralamada fransa'nın ardından sekizinci olmamızdan hoşnutum, demek ki türkiye paris olsun kampanyalarımız çeşitli illerde başarıya ulaşmış, artık bizler de metroda sevişebileceğiiz.

neyse işte, dün öğlen uzun süre sonra yapmam gerekenleri düşünmeden evden çıktım. akşama doğru pilimiz bitmişken kendimi önce küçük beyoğlu'nda bulmam üzücüydü çünkü daha geçen gün evde kahvaltı edip muhtemelen çizgi film izlerken, evet bir daha hiçbir kuvvet beni o sokağa sokmasın piliiz diye kendi kendime karar almıştım. hıncahınç kalabalık ve oldies eşliğinde lisede kendi dönemimden görüşebildiğim sayılı kişilere merhaba demek üzere bayağı bir merdiven çıktık. bu esnada elektronik devreler dersinde beraber kapasitör bağladığımız arkadaşları görüp selamlaşmayı ihmal etmemiştik. yukarı ulaşıp selam verdiğimiz hızla, geçen günkü überdüşükzekalı 'hatayla pilava gitme' maceramı da anlatıp, onları antiheroique bizans kahkahaları atmaya zorladıktan sonra fatoşun tatlı sarhoşluğuyla vedalaştıms. sarhoşken herkes fatoş kadar tatlı olsun kampanyalarına da girişebilirim idunno.

ordan kaçtıktan sonra urbana oturup brownie yiyelim derken, başka arkadaşları görüp onların yanına çöktük. ulan yine cok neşeliydiler, yarabbim ben niye böyle sıkıcı biriyim diye dertlenmeye başladım. bi yandan östrojen takviyesine başlamış olduğum için çok duygusaldım ve aniden hepsine sarılıp yaağ hepinizi çok seviyorum diye ağlasaydım keşke ama hiç içki içmemiştim maalesef. neyse işte insanlar bir nevi yalnızlıktan şikayet ediyor, bir yandan da bekarlıktan istifade hemen askere gidip geelelim de askerdeyken kimse bizi terk edemesin gibi eke-eke kafasında muhabbetler döndürürken, ültra heycanlı bi hayatları olduğunun farkında mıydılar acaba. sonuçta bizim tek heycanımız korayın getirdiği pakette gerçekten iskender olup olamayacağı ya da benim brownieyi bitirip bitirmeyeceğimken dogzstarda bambaşka hayatlar dönüyordu.

eve dönerken yine polis çevirdi. hatta gittiğimiz yolun 2 şeridini de tıkayacak biçimde çevirme yaptıklarından yine trafikte çılgın vakitler kaybettim. bu arada ben polisin gayet kimliklere bakıp spesifik kimseleri aradığını sanarken, kimliklerimizi toplayıp, tek tek numaralarının kaydını bir cihaza aldıklarını gördüm, sonra da bizi uğurladılar. buradan kıt zekamla, polis şu kimlik sahibi şu saatte şu istikamete doğru yol almıştır mı diyor acaba diye düşündüm. belki de numaları daha sonra GUGİLda aratip 800 metre ilerde bizi yakalarlar diye düşündüm ama yakalaması için bindiğimiz aracın plakasını alması gerekirdi ve almadı gayet, neyse bilemeem.

5 Aralık 2008 Cuma

fotoblög

bloga fotoğraf koyma olayı bayağı tuttuğu için ben de akşamın ilerleyen saatlerini muhteşem fotoğraf çalışmalarıyla anlatmak istiyorum. inanılmaz bir cürretle akşamki programı sattığımı belirten mesajıma alinin hiçbir cevap vermemiş olmayışı beni strese sokuyor olsa da bir şeyler okurum diye sevinirken şu arkadaşlar eve nakloldu:


BU DURUM molinin hiç hoşuna gitmemişti, çünkü çocuklarla molinin teması konusunda aileden oy birliğiyle herhangi bir karar hala çıkabilmiş değil, halbuki ben daha 1 yaşındayken evimize halk arasında tiger boxer diye bilinen bobi gelmişti. neysee.


köşesine geçmesi emredilmiş olan evin şımarık dostu kah tırsıyor kah üzülüyor.



akşam yemeğinde, kedi, köpek, jumbo karides gibi bıyıklı hayvanları kesinlikle yemem.

sorry

bugün aliye gidecektik ama kendimi pek sosyal bir hayvan olan insan gibi hissetmediğimden ben evime döndüm. hatta okula tamamen boş yere gitmiş oldum, hiçbir derse girmeden çıktım. tatilde yaya yaya izlemek üzere bir takım filmler aldım. şimdi bakıyorum da izledikçe ruhumu çürütmeyecek herhangi bir film alabilseymişim keşke. evde stressiz birkaç gün geçirebilecek olmaksa gerçekten haftalardır yakalayamadığım bir ruh hali. minibüse KIZ binice radyoda çalan turkish pop'u kapatıp CD'den teknoyu veren şoförleriyse hoş karşılıyorum. kesileceklerini hissettikleri için korkudan patır patır sıçan koyunlarla doldurulmuş carrefour alışveriş merkezlerinden ise bayram süresince akıl ve burun sağlığınız için uzak durmanızı salık veriyorum.

25 Kasım 2008 Salı

belki de şarjım bitti.

sevgili blög, bugün her nasıl olduysa el alışkanlığıyla dolabımdan bardağımı alıp su içerken medicammentlar nerede diye masayı yokladım velakin yoklardı, çok uzun süredir de yoklar zaten ne alaka dedims kendime. sonra yatıp kafamı susturmaya çalıştım, nihayetinde onu da beceremedim. telefona sarıldım. teoman şarkısı filan gibiyim. kafamı toparlayamıyorum. hiçbir şey yapamıyorum.

22 Kasım 2008 Cumartesi

slmnbrslmnbrslm

cuma gecesi tek başına okulda kalmak, pazar gecesi yüksek tavanlı liselerde konaklamaktan daha az bunalımlı bir şey, tabi eğer notbuğunuzdaki sorunu çözemediğiniz için gece 2'de a6'dan ic'deki 7/24 odasını kullanmaya gitmek için karanlıkta tek başına yapılan uzun yolculukta rüzgarda uçmamaya çalışmıyor ve gittiğinizde oradaki bilgisayarın internet bağlantısının göçmüş olduğunu fark etmiyorsanız. haremlik selamlık yurt takımından erkekli kombinasyonda konaklıyor olmam, yan odadaki çalışma odasında hayvanlaşan gençlere ayar çekmemi engelliyor, sonuçta onların bölgesindeyim. nihayetinde gecenin bi saati yatıp 4-5 saat uyuyup sabah tekrar notları karıştırıp sınava girmem gerekse de bi şekilde friday night fever'a da saygı göstermeyi biliyorum, ya da ranzadan inmek zor geliyor. zaten bacağımı çarptım ve kesin çürüyecek, aq ranzanın 90 derece diklikteki merdiveni. umarım yine bir şeylerimi çeşitli odalarda unutmamışımdır. özellikle geçen yıl okul sınırlarında izini kaybettiren eastpack çantanın akıbetini merak ediyorum. sunduğu bol çeşnili konaklama olanakları için hilton yurt odası zincirlerine teşekkür ediyorum.

18 Kasım 2008 Salı

hit me baby one more time.

sevgili blog, seni ihmal ettiğimden daha fazla kendimi ihmal ediyorum bu yüzden vicdan azabı çekecek değilim.
2 hafta evvel aldığım sevkin miladı dolmadan doktor randevusu almayı bile beceremiyorum. kendime, sabah-öğle-akşam günde üç defa bugün günlerden ne diye soruyorum, bazen doğru cevap verebiliyorum. çok kolaydı ehehe dediğim sınavda yavşak dikkatsizlik hataları yapıp yetmiş çakabilecek kadar mallayabiliyor, lensim gözümden aniden çıktığında allaha küfredebiliyor, babam molinin dün sabah kan kustuğunu ama aslında bir şeyi olmadığını söylediğinde çok normalmiş gibi gözükmeye devam edebiliyorum. annem geçen gün inanılmaz bir falcıya gitmiş -ama gerçekten inanılmaz- neyse 3 seneye mezun olacak kızın demiş; bu üç sene okulun yarım dönem uzayacağına filan işaret etmiyordur inşallah diyor, fass electivelerinizden öpüyorum.

11 Kasım 2008 Salı

talihsiz benzerlikler

Soulwax - Nite Versions



Soulwax - Any minute now



Replikas - Zerre


Talihsiz tespit için spesyal tenks goes to Hirt Çakmakçı.
(
gerçi Zerre'nin tasarımı çok daha şık olmuş.)

9 Kasım 2008 Pazar

yo h ya

Türkler(?) 'kendi' kültürleriyle barıştı çılgınlığı bana biraz batının ilmini bilmini değil ahlaksızlığını aldık safsatasını hatırlatıyor. Barışacak kadar yabancılaştığımız - ki bence yabancılaşmak da doğru bir terim değil burada çünkü büyük bir çoğumuzun hayatında hiç tanımadığı (national geographic afrikadaki 30 kişilik kabilelerin kültürünü de tanıtıyor o ayrı) bir kültürden söz ediyoruz, bu durumda kendi kültürümüzle barışmış değil tanışmış olmalıyız.
Kendi kültürümüz olmayan ama bugün büyük şehirlerde sürdürdüğümüz şey ise bir rivayete göre batı kültürü dedikleri şey olsa gerek. İddia edilene göre bizim olan kültüre geri dönmek için fazlasıyla dışardan bir şeyi öğrenip, adapte olup, taklit etmemiz gerekiyormuş gibi gözüküyor, taklidin taklidinin taklidi olacak bu yeni biçimle barışmak ne kadar anlamlı ve gerçek şüpheliyim. Zaten biz bizim olanı şimdiki kafalarla taklit etmeye çalışırsak muhtemelen acayip bir ürün verecek ki o ürünü görmüşlüğüm oldu, hoş bir şeye benzetememiştim.
Herşey bir yana gerçekten kendi kültürümüz diye bir şeyin mevcudiyeti doğruysa, o kültürün hangi kısımlarıyla barışmalıyız, sadece bize bugün sempatik gelen oryantal kısımlarını alsak olur mu mesela? Yoksa mecburen külliyatına sahip çıkıp töresinden giysisine kadar barışabilecek kadar ileri gitsek mi? En iyisi sadece bir kaç şarkıyı (türkü mü deseydim hay allah) seçip almak ama onların içine henüz 13- 14 yaşına girmiş köylü güzellerinin seksapeline vurgu yapanları katmasak olur mu peki? O kültürün ahlakı ne olacak bir de o var tabii. Ziya Gökalp kadar çaresizleşip kültürle ahlakı iki ayrı kefeye koyalım bari de hiç olmazsa indigoda kızlı erkekli eğlenebilelim.

7 Kasım 2008 Cuma

kafehaus

yastık köpeğin bacağını kopardığını, sabah kendine geldiğinde üzülüp diktiğini hatırlıyor musun. bunu utanmadan anlatabiliyor olmanın kıymetini bilmeliymişim. bugünlerde kamuya daha iyi bir izlenim bırakmak istiyor olabilirim.
önce leyla sonra lokal olan kafehaus'taki yeşil koltuk ve avize pek güzeldi, tabii gitmiş onlar. ama onların yerinde yeni bir avize ve benzer koltuklar var. kafehaus sınırları dahilinde çeşitli sıkıcı ama niyeyse benim çok fazla anlam yüklediğim bir çok maceram oldu. bunlar, ilk kez parlament sigara içmek, ilk kez buluştuğum biri tarafından üst katta fizik-kimya çalıştırılmak, ilk kez alman cheesecake yemek, ilk kez kibarlıktan ve utangaçlıktan parmak patatesleri bıçakla keserek yiyen birini görmek, ilk kez biriyle fiyasko seksler hakkında serious talklar yapmak ve limonatayı naneyle sevmeye başlamak gibi günlük hadiseler tabiykide.

2 Kasım 2008 Pazar

mı04g5okf

ibn battuta'nın hiç döneri yokmuş. savsakladığım anlarda bir şey yapmıyormuşum hissinden kurtulmak için bir günde daha ne kadar brownie yiyebilirim. istediğim kıvamı bir türlü tutturamadığım neskafeleri bağrıma basmayı da öğrendim. gidip bir tane daha yapayım. güzel günlerin kıymetini bilememişim resmen. yaz gecelerinde sabaha karşı zina yasası var mı yok mu tartışmayı özleten bir gün. gugilda zina yasasını aratmak da bir değişikti. bugün de birisi gugila "kızlar prono hakkında ne düşünüyor" yazarak bloguma ulaşmış. bence üşenmeyip blogun tamamını okusaydı kesin bir sonuca ulaşırdı. gugilla sohbet içersine giren vatandaş mı daha yalnız, üşenmeyip blog yazan ben ve daha nicesi mi. cevabını en iyisi gugila sorayıms.

edit:
ibn battuta'dan;
"A remarkable thing which I saw in this country was the respect shown to women by the Turks, for they hold a more dignified position than the men."

-something interestink must have happened in 700 years then.

1 Kasım 2008 Cumartesi

allahı seviyorum

haftalardır ertelediğimin için altında kaldığım ders yığını, sabahtan beri evde olmama rağmen hiç azalmış gözükmüyor. bu haftasonu evden çıkmaya dair hiçbir zorunluluğumun olmayışını kendime özgürlük olarak sunmam nasıl bir telkin bilememekle beraber, az evel cemilin arayıp taksimde misin demesi içime oturdu. seninle sokağa çıkmayı özlemişim (bu biiir). bu arada geçenlerde kafama takıldı, ben neden ağustosu bekliyordum diye, acayip sallamışım galiba, erasmusla alakası yoktu o tesadüfen üzerine oturduydu sonuçta.

ankaralı bi arkadaşım, sürekli ankarayla istanbul arasında bir çok fark olduğunu iddia ediyor, hayatım boyunca ankaraya HİÇ gitmediğim için tüm bunların gerçeklik payını kestirememekle beraber ona inanmaktan başka çarem yok. bu farklılıklara istanbulda ekmek arası dönere soğan koyulmaması da dahil, ki kendisi bu durumdan çok şikayetçi, herneyse.
3 saat kadar önce istanbula ankaradan BİLE uzak bir yere gitmek için yola koyulan bu arkadaşıma kamusal hayatında başarılar diliyorum, çünkü özel hayatlarla hiiiç işim olmaz.

aradığım tatminin uzağından bile geçemeyen çakma filmli tarih dersimizin lüzumsuz journallerini hala yazmaya başlamamış olmamız da 5 alanın biz olamayacağının apayrı bir kanıtı mı sevgili cemil diye de sormadan edemiyorum (bu da ikiiii).

28 Ekim 2008 Salı

back to basics

gecenin ortasında deprem oluyor diye uyanmak, bitene kadar yerinden kıpırdayamamak, sonra ikinci bir tane daha oluyor diye çıldırmak derken üçüncünün başlamasıyla ulan heyheylerim gelmiştir belki diye ümitlenip yataktan çıkarsam ölmeyeceğime kendimi bir şekilde ikna edip, yüce internet aracılığıyla sözlüğün sol frame'inde deprem başlığı görmeyince nispeten sevinmek. vaaay çıldırmalar strike back diye düşünüp korkarım.

20 Ekim 2008 Pazartesi

durumlar

birisi birisine feysbuktan cümağ!'nin linkini yollamiş, sonra o birisi de facebook inboxından buriya ışınlanmış vs filan bunnarı detaylarıyla görebilmemizi sağladığı için trackere teşekkürler, yalnız facebooktan dönen linkler beni biraz korkutmuyo diyemem, neyse.

bugün annem yemekte bana, yavrum havuç ye gözlerine iyi gelir dedi. ekrana yazdığım şu yazıyı çıplak gözle okuyabilmem için ekrana bir karıştan daha yakın durmam gerektiği için havuç tavsiyesi sürreel boyutu nedeniyle beni biraz sinirlendirdi.

18 Ekim 2008 Cumartesi

hüsran.

şaşırma konusunda iddialı biri olabilmeme rağmen bu hafta hiç mi ilginçlik yok? yok. tanıklık ettiğim en dikkat çekici şeyleri zorlama da olsa aktarmaya çalışayım. şatılda ipodumun şarjının bittiği gün, yanıma uzun saçlı erkek dünyasından birinin düşmesi -metalci sandıydım amma velakin- halk arasında HİYAHE diye bilinen kod adı zombie olan cranberries şarkısından tut ne bileyim yeni nesil evanescence'a kadar hoş bir çerçevedeki müzikleri son ses dinleyerek yolculuğuna devam eden bu gençle birlikte ergenlik bunalımına dokuzuncu kez girdim mi? girdim. o yolculuk sırasında sık sık çocugun kafasını ısırmak ya da ne bileyim saçından tutup kafasını bi yerlere vurmak arzusu duydum, gerçekten zor bi süreçti -vurmamak-sesi kıs ne olur diye yalvarmamak-seviyeli bi insan olmaya calısmak-kulaklıktan dış dünyaya yayılan cızırtıya tahamül etmek arasında gidip geldiğim süreç- , sonuçta asi hormonlarım depreşmişti, ne bileyim. eve dönüp annemle kavga etsem diye bile düşündüm ama okula ulaşmıştım bi şekilde. çocuğun müziği dinlerken kah eliyle davul çalıyormuş da bagetle trampete vuruyormuş gibi yapması, kah gitar calıyormuscasına parmaklarını kıpıştırdatması filan uzun süredir yüzleşmediğim gerçekliklerdi, ne de güzeldi yüce rabbim. başka bir şey oldu mu sevgilim blog? vallahi olmadı. bütün hafta manyaklar gibi koşturduğum, pijamamın bluzunu polarla kamufle edip molinin ihtiyacını gidermesine filan yardım ettiğim, 0.2 saniyede upload ettiğim 12kb'lik dosyayı prosedürü unutup ziplemeden submitlediğim için mis gibi hazırladığım cs ödevinden puan kaybettiğim, ders icabı kartal tibetli bağdat hırsızını izlemek zorunda bırakıldığım güzide bi haftaydı, ALLAH BABA bu günlerimizi aratmasın.


11 Ekim 2008 Cumartesi

cümağ !

uzun süredir sokaklardan bahsetmediğimi fark edip piyasa rehberimin hüsrana doğru gittiğini görünce dün akşam içine dahil oldüğüm çeşitli mekanlardan dem vurmak istedim. ama bunu yaparken bi takim pablik statementlar ortaya çikarsa bunnarin arkidişlerimi kapsamayacağinin ALTINI ÇİZERİM.

neyse dün evden hiç çıkmak istemiyorum diye diye ilk iki saati ektim, sonra c++ labını kaçırmamak için okula aktım, sosyoloji asistanımız hasret muhteşem bi insandi diyebilirim ek olarak. hem delikanli bi kadin hem de ince espriler ayarlar göndermelerle gönlümü kazandi, 25 kişilik sınıfta bi kez söylediğim ismimi şıp diye de öğrenince kendimden geçmedim değil, MÜHİM BİRİSİYİM.

orhanli sinirlarindaki ilginc habitatımızdan çıkıp eve dönüp yıkanıp tekrar karaköye ulaşmam akşam sekizi buldu. hafriyat'ta her zamanki o galeri piyasası tribi mevcuttu, bu konuyla daha önceden bin kere yapılmış esprilerin aynısından yapıp kendimden tiksinmek istemiyorum. sadece tuvaletin taşması filan değişikti diyebilirim ama erken teşhis dünyayı büyük bi felaketten korudu, teşşekkürler tanrim amin.

ceren ile ben newest maceralarımızı paylaşmaya dalmışken, emreyle ufuk'un şirin büfe isimli yerde sandviç semirip muhteşem bi cüma geçirmesi biraz hüzünlüydü. hafriyatta duvara monte edilmiş alçımsı eserleri çeşitli insanların gerek kafa gerek omuz atmak suretiyle yerinden oynatması, of nası uyarsak ki hay allah derken yine de smiley birisi olmaya devam edebilen korayı fazla sarsmamıştı çünkü az evel sarhoş bi arkadaşının resimlerden birini duvardan söküp elinde gezdirmesinin şokundan kurtulamamıştı belki de, bilemem.

ben aslında biraz bunalımdaydım ve evet bugün içeyim gençliğimin tadını çıkarayım diye fırlamıştım bi nebze, fakat olmadı niye bilmiyorum, ceren benden daha sıkkın gözüküodu belki ondan, onu mutlu etmek için urban'ın en uyuz garsonuna en sevimli halimle gidip, yalvarırım garson beyefendi şu tatlı hanıma şekerli bi türk kahvesi servis eder misiniz bile dedim, ama it didn't wörrk.

urbanda çok neşeli bi üçlü olarak bi takim arkadaşlarımız da bulunuyolardı, ben de neşeliydim ama onlarin neşesi daha kıskanılası bişiydi sanki. sarperin silivri maxi'de 40 tane kasa bulunmasına dair tespiti çok heycan vericiydi , klasisin atari salonunaysa fırsat bulsam yine gidebilirm, idunno. neyse işte, bi çok insanı görmüş bulundük dün, gelenimiz gidenimiz coktu allah razı olsun, insan SEVDİKLERİNİ her zaman göremiyo, sevindim cidden de.

bu da böyle pek pozitif bi blög entrisi oldu, olsun.

7 Ekim 2008 Salı

tmo3pıt34k

dokuz buçuk arabasıyla okula gidip, akşam 9bucukta tekrar eve varabilip moliyi gezdirip 17 dakika telefonda konuşup tost yapıp yeyince saatin 22.52 olmasını insafsızca buluyorum.

5 Ekim 2008 Pazar

inanılmaz büyüleyici KAFALAR.

sevgili blög, bugün msnde çetleşiyordum yine (öf), sonra altta bi baktım "jessica biel büyüleyici fotoğraflarıyla MSN foto galeride" yazıyo, hemen oraya aktım. açıkcası büyüleyici deyince biraz l'erotique sandımdı, meğer böyle dangalak bişiymiş.

1 Ekim 2008 Çarşamba

26 Eylül 2008 Cuma

3 + 1 = 25!


anniversaire: jour qui ramene le souvenir d'un evenement arrive a pareil jour une ou plusieurs annees auparavant.

-inceltmeleri şey etmeye üşendim-

24 Eylül 2008 Çarşamba

circuit cok güzel bi ders lan

-daha evel ens203 maceramı anlattığım insanları ya da dersi almış/alıyor olduğu için aşşagıda yazannardan zaten haberdar olanları bu yazıyı okumaktan uzak durmaya teşvik ederim-

ens 203 dersimizin kolormatik gözlüklü hocası bize çeşitli grafikler gösterdi, bu grafiklere göre bu ders acıldıgından beri senelerdir not dağılımı, bir kaç a, bir kaç b, 7-8 c ve d olmak itibarıyla genelde F'lerde bi yığılma mevcut, yılların ortalamasını alırsak her yıl 45 kişi filan F'i çakmış, dersten geçenlerin toplamının yıllık ortalaması ise 15 filan olabilir - en iyi ihtimalle-
bu SEKİZ SAATLİK dersin hocası tabiki de her hafta ödev veriyo ve yaparsanız ortalamanıza SIFIR PUAN ekleniyo, yapmazsanız EKSİ ON PUAN ekleniyor.

her haftanın sekiz saatinin 3 adedini lablar oluşturuyor ve bi tanesi kaçırırsanız bi harf notu düşüyor imiş, 2 tane kaçırırsanız hiç gelmemeliymişiz direk F i yiyormuşuz.

zaten herhangi bi dersin 10 dakkasını filan bile kaçırırsanız gerisini anlamazsınız dedi adam, ben alternating series devrelerine uykulu gözlerle bakarken.

dersten çıkınca ALLAHım ben ne yapıyorum filan dedim ve programıma bir adet tarih dersi eklersem anca kendime gelirim diye karar verdim, sanki mühendis degilmişim gibi hissedebilmek için koşa koşa soc 201'in 500 sayfalık seçkisini aldim, henüz programıma bile ekleyemediğim hist 227'nin de perşembe gününe LAZIM OLAN okumasına başladım, daha iyiyim.

21 Eylül 2008 Pazar

geniş ekran.

eski bir arkadaşımla buluşayım derken bir dolu yeni insanla aynı ortama düşmek ve bu insanların kuruyemiş bira hayatını benimsemiş otuz yaş üstü KÖTÜ sanatçılar olduğunu farkedip oradan kaçmak istediğimde geç kalmış olmam; sonra ne okuyorsun denmesi, geçiştirmek istemem, pes edip söylemem, anlamamaları, açıklamam, o kafayla bin defa muhteşem bir şey okuduğuma dair bilinçsiz laflar tekrar etmeleri, çilem bitsin diye yanımdaki arkadaşı da boş verip mekanı terk etmem, eski arkadaşlarla dostlukları uzatmamayı filan mı öğütlüyor bana acaba. dün kuruyemişçilerden bi tanesi, iyi niyetli olmasına rağmen bokunu çıkartıp, benim heykellerden birini alırsın ilerde işte, sahip çıkarsın bize filan dedi, hiç de ŞAKANAZ gözükmediği için, PATRONAJ YARDIM HATTIna sarılıp en çabuk ulaşabileceğim arkidişlerimle buluşmak üzere kalktım.

bu sabah ise ne idüğü belirsiz bir bunalımla uyanınca, bikaçgündür iyi hissediyorum diye insanlığa karşı hissettiğim vicdan azabından kurtuldum.

evelki gece beşte, kırmızı palto yayıncılık, gelip bana uçak bileti alabileceğini söyleyip yeni adresini verdiğinde, bi an samimiyetine inanmak istedim. kafama yeşil tokayı da takabilirdim o an. post-ergenliği atıp, on altıma da dönerdim belki. isterdim ki kırmızıyı hiç andırmayan pembe paltom eskimemiş olsun, ne bileyim.

19 Eylül 2008 Cuma

moliç korkusu sergisi by cemil hilton (maus emekçisi).


hı hım

bu aralar caanım vatanım türkiye için inanılmaz güzel bi kampanya varmış. kendisi için şöyle diyorlar; World Rally for The Stray Animals of Turkey, bu güzide eylem türkiyede hayvan hakları ihlaline son vermeyi planlıyormuş. eylemin bir de grubu var, orada da insanlar hayvanların da bizler kadar yaşamaya hakkı olduğunu, şehirlerdeki hayvanların itlaf edilmemesini filan söylüyorlar. hevet, ben de moliyi serbest bıraktığımda, aşılı bi dost olmasına rağmen ona bile kızanlar mevcut ve ben de hergün bu tartışmaları yaşıyorum, itlaf ekiplerinin toplu katliamlarına da şahit oldum çok korkunç yes aama;

benim anlayamadığım şey, bu very interestink eylemin, brüksel, londra, paris gibi şehirlerde de türk konsolosluklarının önünde filan türkiyede hayvanlara yapılan zulüm sona ersin, hayvan haklarıı gelsiin hell yeah diye devam edicek oluşu.

valla benim bildiğim, world rallye katılacak tatlı avrupa şehirlerinde ya da kanadanın münasip yerlerinde zaten pek BAŞIBOŞ diye tabir edilen hayvangillerden yok, çünkü çoktan kısırlaştırıldılar, sayıları azaldı, yine de sahiplerinin terk ettiği hayvanları barınaklarda bulmak mümkün ve onlar da bi süre içinde yeni ev bulamazlarsa yer yokluğundan uyutuluyorlar, hadi uyutulmadılar diyelim, 3 metrekarelik kafeslerinde pek de mutlu olduklarını sanmıyorum.

allahım bi gün bu sözü ediceğimi hiç düşünmezdim ama bu kampanya, ya türklerin kendi kendilerini yok yere kötülemeyi becerdikleri düşşük zekalı bi çalışmanın ürünü veya da türkün türkten başka dostu yok lan!

evet, sitelerine koydukları AT HADİSESİne ben de çok üzülmüştüm ama bunlar gerçekten türkiye denen vahşi insanların toplandığı kara parçasından başka bi yerde olmuyor mu, oluyorsa avropa birliği buna hayvanları daha sık barınağa tıkmaktan ve de kısırlaştırmaktan başka ne tip önerilerde bulunuyo cok merak ediyorum. üstelik türkiyede at eşek koyun gibi hayvanları seven çok, biliyoruz. eylemciler bizi kandırmasın, islami kesim şartları gelsin istiyorum. besmeleyle kesilen hayvanın canlıyken otomatik makinenin kontrolündeki kancaya asılan domuzdan daha sempatik olduğuna inaniyorum. avropa fak off diyorum burdan. ne dediğimi ben de bilmiyorum, tepkiliyim değişik hisler içersindeyim, uzattıkça uzatmak istemiyorum ama özellikle işin türkiyeye tatile gitmeyin!! haline gelmiş olması çok komik, hevet sektör haline gelmiş olan sopayla dövülen foklar, balina yağlı barbourlar filan bitti, YALNIZ ve GÜZEL halkımın bir o kadar da cahil olduğu için kuduzdan korkup mahalledeki köpekleri vurması kaldı. onlar etat de natürde yaşıyolar arkadaşım siz annayamamışsınız demek istiyorum, neyse türkiyeye inşallah demokrasi geleceek bu vesileyle, teşekkürler world rallly!

saygılars,

web siteleri de şuymuş
http://turkeymassacre.wordpress.com/

manidar.

bence solo test hayata dair birçok şeyi açıklıyor.
kurnazın aptal ve şaşkın bir ifadeye sahip olması
başarılının fabrikatör, gerizekalının, delilikle özdeşleşen huniyi ve ek olarak geek numara gözlüğü takıyor olması, ne bileyim zeki denen herifin, takım elbiseyle patronun ağzına bakıp daktiloyla sekreterlik midir nedir yapıyor olması, beyinsizin tinerci olduğu kadar cin gibi piçlikler peşinde koşuyor olması
ama hepsi bi yana aptalın meksikalı olması filan
baya düşündürücü.

bir de bu karakterler kadın olsaydı mesela, bu kadar çok çizemezlerdi sanıyorum. aptal sarışın, kurnaz orospu, normal ev hanımı, zeki bıyıklı filan.
çok mu sığlaştım, olabilir. sığa da beni çizerler.


17 Eylül 2008 Çarşamba

asabi days

sevgili blog, bu gece biraz terbiyesiz bi anımdayım. hayatımda çeşitli gelişmeler oluyormuş gibi bi takım simülasyonlar dönüyor ortada ama ben bunları yutacak insan değilim (adam demiyorum cünkü cok feminist birisiyim adeta). Herşey bi yana çok kral bi ders programım var. Onu da az ilerde sizlerle paylaşıcam, böylelikle varmış gibi gözükse de olmayan boş vakitlerimin tadını birlikte çıkarmak istediğinizde BENİ ARAYABİLİR, olmadı çaldırıp kapatabilir veya ev telefonumu asla öğrenemeyebilirsiniz.
İşte yalnızca 5 derslik, çeşitli harfler ve rakamlardan oluşan muhteşem ders programım:

12 Eylül 2008 Cuma

inanılmaz korku.

inanmamak ile inanma isteği arasında usulca gidip gelen birçok müslüman türk ailesinin evinde kuranı kerim bulmak mümkün sanıyorum. kuranıkerimi yüksek bi yere koymak, el yıkamadan dokunmamak vs gibi kaidelerden ötürü, kuranı nereye koyacağız bey diye büyük acılar çeken çok fazla insan görmedim, ama görmek isterim. neyse bizim evdeki kuran, yukarki televizyonun yanındaki kaloriferin üzerinde duruyordu, aşırı ısınmadan ötürü deri kapağı mallayınca onu bir yere kaldırdılar bi daha da hiç görmedim :((
dün ise evimizde muhteşem bir şey piyasaya çıktı, İMZALI KURAN.
bundan 10 sene evelinden filan kalma, saçmasapan bi rotaryen toplantısında, insanlara türkçe'ye çevirdiği kuranı kerimi verirken, kitabın ilk sayfasına tükenmez kalemle "SEVGİLERİMLE.." yazmış olan yaşar nuri hocayla birer hamburger yeseydik keşke.

inanılmaz hayatıma dönersek, dün gece cok uykusuz kaldım blog. yatakta fındık kırıp yiyordum ve yatağa dökülen kabukları aşağı yukarı topladığımı sanıyordum çünkü çok uğraşmamak için pratik zekamla yatağın duvar tarafına doğru ellerimle itmiştim onları ama meğer benimle birlikte yataktalarmış ve bütün gece orama burama battılar.

bir de cep telefonuyla herhangi bir şeyi başaramama hastalığına yakalandım ve molinin veterineri beni çok sevmek suretiyle her allahın günü telefon edip 15 dakika r.e.m. konserine gidip gitmeyeceğini filan anlatmaya başladığından beri ben cep telefonumu evde kapalı tutuyorum genelde. ara ara sinsice açıp mesaj gelmiş mi diye bakıp hemen kapıyorum filan, ama dün o açtığım sırada tesadüfen ankaradan arkadaşlarım aradılar, sevindim ama onlar konuştukça telefonun ısındığını hissediyordum, şarkı dinlettiler neşeli ve duygusal dakikalar yaşadik blog, ama telefon manyakça ısınmaya devam ediyordu. biraz daha konuşsaydık telefon yüzünden beynimde ur çıktığına kesin olarak inanmaya başlayabilirdim çünkü cep telefonu çok zararlı bişiy.



8 Eylül 2008 Pazartesi

merhaba hüzün bekçileri.


bugün hiçbir şey yapmadım. biraz nazire şenlendirici hakkında düşündüm. bluzunun üstünde saçmasapan, sütyen gibi gördüğüm garip bir şal giydiği bu fotoğrafını gazeteciler çok seviyorlar galiba ki hep onu basıyorlar haberlerine. nazire şenlendirici'nin bir şekilde hayatıma girebilmesini seviyorum. fotoğrafa bir kez daha bakınca düşündüm de, nazire sen bir hediye pakedisin.

3 Eylül 2008 Çarşamba

crap.

dün cerenle, ecelerin burgaz adadaki evine gittik. ceren işe gideceği için nispeten erken yattı. eceyle saat 4'e kadar insanlığı kurtardık. en son hiçbir bilimsel argümana dayandıramayacağım komplo teorilerimden birine kendimi kaptırmış, küresel ısınmanın sürekli dile getiriliyor olmasının çevrecinin daniskaları kadar kapitalist şirketlerin de işi olduğunu, sürekli felaket tablolarına maruz bırakıldığımız için yapacak bir şey yok psikolojisine sokulduğumuzu ve yarın ölecekmişçesine hepten tüketmeye başladığımızı filan iddia ediyordum ki uyumaya karar verdik. ketum çinçilalardan biri ayak ucumda yattı, fincan kod adlı tekir ise ışıklar söndükten sonra evde türlü gürültüler çıkarmaya karar verdi, neyse o yorgunlukla duymadık aslında bir şey. bugün öğlen eve döndüm, uyumayayım da erken yatar erken kalkmaya başlarım diye ümit ederken 5 sularında uyuya kaldım. 6buçuktaysa şok terapisiyle uyandım. babam geldi ve bana şunu bildirdi:














Elephant man'i andırsa da asıl sorun yanağını arı sokmuş olması. Böyle bir şeyi zaten uzun süredir beklediğim için hemen eczaneden gerekli olan ilaci tedarik ettim. Bayağı tatlı oldu tipi, ağlamıyor diye de yüzüne kahkalarla gülmekten çekinmedik. Neyse, :((((

1 Eylül 2008 Pazartesi

haha, funny ibrahim.

İbrahim tatlıses 30 ağustosta verdiği konserde, ne mutlu türküm diyene, bunu diyemeyen başka ülkeye gitsin, mustafa kemal olmasaydı adım abraham sweetvoice olurdu demiş. Sanırım adının abraham olmamasına çok sevinen ibrahim tatlıses, anadilinde şarkı söyleyemiyor olmaktan pek gocunmuyor, zaten annesi de başka ülkeye gidecekmiş çünkü türkçe bilmediği gibi andımızı da bir türlü ezberleyemiyormuş. Bütün bunlar bir yana ibrahım tatlısesin yaptığı bu çıkışın altında ergenekon sürecinde basında yer alan pkk'ya yardım etti iddialarının hiç etkisi yoktur bence de.


31 Ağustos 2008 Pazar

ben de sosyeteye, zenginliğe özenirdim.

Oldukça temiz geçirdiğim geceye rağmen güne yine inanılmaz mide ağrılarıyla başladım, sonra sarperin yağda yumurtasının kokusu evi ablukaya alınca orayı terk etmem gerektiğini hemen idrak ettim. ortaköy turu yapamadan, yaptıysam da rehberimin eksikliğini hissederek evime döndüm. ilaç alabilmek için simidimi yerken bi heves sabahtaki orhan pamuk röportajını okudum. Express'in geçen ayki sayısını satın almış olanlar (ve çaktırmadan araklayan bi adet kötü insannarr) biraz olsun orhan pamuk seviyorlarsa kalplerinin en hassas noktasında bi hüzüntü hissetmişlerdir kesinkes; çünkü zamanında bir haber için pamuk'un birkaç pozunu çekmesi gereken fotoğrafçının türkçeye çevrilmiş olan yazısını okuduktan sonra pamuktan bi nebze olsun soğumamak pek de mümkün değildi.
" 'Kitaplarınız bir çok dile tercüme edildi galiba' diye sordum. ' Evet ' diye cevapladı, 'elliden fazla dile'. 'Arapça da var mı içlerinde?' diye sürdürdüm. 'Hayır... Araplar kitap okuyor mu? Okuyorlarsa da, para veriyolar mı?.. Ama kitabım ibraniceye çevrilecek.' "
Hem Arap hem de okur olan fotoğrafçı yaşadığı bu diyalogun ardından Pamuk'un pek de umursamaz görünen haline bakıp bir şey söylememeyi tercih etmiş. Bundan 9 sene sonraysa -2008- Pamuk American University of Beirut'tan doktor ünvanı aldığında Araplar'ın okur yazarlığıyla ilgili çok da bi açıklama yapabilmişe benzemiyor.
Herneyse yine komik olamadım ama Express'teki yazıyı okuduktan sonra gerilmiş bi takım bünyelerin yüreklerine sıcaklık serpecek sade açıklamalar var bu röportajda. Bir de Masumiyet Müzesi'ne koyulacak olan şeylerle filan poz vermiş. Dondurulmuş martıyaysa saygım sonsuz.

röportaja hıphızlı erişim.





27 Ağustos 2008 Çarşamba

geçen gün çok korktuk.

of aslında evet kapatmıştım blogu bu kepazelik bitsin diye, ama cemil komiklik yapmaya çalışınca kıskandım ve elimden geleni ardıma koymamaya karar verdim; fakat çok düşündüm ve komik hiçbir şey bulamadım. her neyse, geçen hafta alp ve özlem'e kalmaya gittik, başar kendisine barış denilmesinden ne kadar rahatsız olduğunu filan anlatıp bi anda kendisinden barış diye söz etmeye başlayınca hepimiz çok korktuk. olay budur.

27 Temmuz 2008 Pazar

25 Temmuz 2008 Cuma

b-day

dün ömrümün 1 senesine daha ciao dedim, kutlamak için moliseviçle sahile inip bacaklarımızı çimlere uzattık, başka kimse uzatmamıştı, kene paniğindendir belki. oh ya etat de nature süper bir şey şu yamru yumru bacaklarıma da bak moli derken, raskolnikov tipli çekirdek semiren bi adam bizi takip etmeye başlayınca allah belanı versin küçükyalı dedik ve evimize döndük. hayır önce baytara uğrayıp biraz geyik yaptık. sonra hep evdeydim. akşam yemek masasında nerden çıktı bilmiyorum yine manasız bi tarih tartışmasına giriştik. babam beni tilt etmek için bütün çabalarını sergileyince, ben de pastanın mumlarını üflerken türkiye komünist olsun ehe-ehe deyip intikamımı aldım.

20 Temmuz 2008 Pazar

anne eve geri dön, bunu yap

Sevgili blog entrysi,
babamla iki kişilik hayatımız
tam gaz sürmekte. babam kendisini yemek yapmaya verdi, yakında esra ceyhan izlemesinden korkuyorum. dün akşam yapmak niyetinde olduğum başka şeylere rağmen vicdan azabına esir düştüm ve babamla birlikte kebapçıya gittik, sonra ben URA' daki ulterior şeysini merak ettiğimden kendisini 10'a doğru satıp taksime geçtim. ulterior konseri için music-arts-performance yazınca ben bambaşka bir şey sanmıştım. çok acayip rakçı çocuklardı. bi tanesi axl rose gibi bandana takıyordu veya da slash gibi, bilmiyorum aslında hiç gunsnroses kültürüm yok ama olsa hoş olabilirdi. ilk başta e olur noizemuş CANNIBALISM OF MACHINE filan diyip kendimi kandırmaya çalışsam da sürekli patlayan beyaz ışıkla gürültünün birleşmesi konser bitiminde insanların kör ve sağır olmasıyla sonuçlandı ve benim aklıma elektronik müzik festivalinde gözlerine lazer vurduğu için kör olan insanlar geldi ve piyasalara dahil olmaya karar verdim. bol dumanlı mekanı terk etmek isteyen bir çok insan olarak bi türlü dışarı çıkmayı başaramadık, çünkü galiba içten içe piyasadan vazgeçemiyorduk ve bi takım güzel kız ve de oğlanlar. ortamın akışı dogzstara doğruydu fakat oraya gitmek için urbandan kalktığımızda ani bi arzu dalgasına kapılsam da kapıdaki kalabalık beni akabinde caydırdı, zaten AHLAKÇILIK suçlamasıyla yüzyüze kalmıştım ve de ahlakımı sorgulamam gerekiyordu. eve döndüğümde babam inanılmaz sıkılmış olduğunu belli edecek küçük açıklamalar yaptı, annem burdayken arkadaşlarıyla çıkmaya bayılır şimdi niye hep evde ya diye ağlamak istedim. gece 4'e kadar internette malladım ve sabah 10da babam sıkılıp beni uyandırdı. hayat zor.


sevgili ali,
sen yokken sosyalizasyonlara dahil oluyorum, piyasalara girip çıkıyorum diye kıskançlık yaptığın, konuştuğum herkesten nefret ettiğin gözümden kaçmıyor. radiohead konserinde CREEP çalarken içli içli ağlamış olman beni de derinden etkiledi, yine de İDYOTEK çalarken cep telefonuyla beni arayıp müziği dinlettirmemen kalbimi kırdı. daha fazla yazıcaktım ama babam neden beni hep yalnız bırakıyorsun diye mızmızlanıyor, şarjım yok sen ara.

ps: alinin bantta yayımlanamayan anlamlı konser kritiği.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

ramalamamamamama

dün değil evelki gece inzivadan eve döndüm, sonra sabahın köründe babam haydi şirkete birlikte gidelim dedi. babamın iş kültürü de bir acayip, bayağ bir yan gel yat yaptıklarına şahit oldum ve iş hayatı insanın ömrünün törpülenmesi olmalıydı ben bu sıkıcı şartlar altında çalışamam dedim içimden. neyse zaten sonra babamın koltukta uyuya kalmışım bezginlik içinde de sekreter uyandırdı, o sırada özge aradı ve grup ses şeyine gidelim mi deformda dedi ona okey dedikten sonra biraz daha kestirip eüh yeter hadi gidelim ne yapıyorsun demek için babama bakındım, sekreterin odasında bişiler konuşuyorlardı, iş güç herhalde bari dinleyeyim diye odaya girdim, sekreter ABLA babama inanan birine göre kuranın diğer kitaplardan daha farklı bir yerde durması gerektiğini filan anlatıyordu, allah belanızı versin ben de iş yapıyorsunuz sandıydım meğer hepsi geyikmiş demek yerine cok haklısın arzu abla dedim. cünkü babam kuzeninin kocasıyla birlikte RAHLE işine girmiş bulunmakta. allahım neden mantıklı bir iş yapmıyoruz. hatta dün de rahleyi biraz değiştirip tavla masası haline getirdi kompüterde, sonra da plexiden yapılmış olan rahleyle cevizden yapılmış olanı karşılaştırdık ve çalışan PROLETERYAya buyurup siz hangisini alırdınız dedik hepsi ağaç olanı beğendi. işten çıkıp eve vardık banyo moli derken 9 a doğru evden anca cıktım ama hayvanlar gibi uykum halen de vardı. deformdaki piyaasssaların anca sonuna yetişebildim ve gürültü beni akabinde yordu, urbana gittik ben tütünlü gıdalardan uzak durduğum için kendimi yiyip içmeye vermiştim ama neyseki dogzstara geçtik ve piyasssalara orda devam ettik, 1972NİN EN SEVİLEN PARÇALARInda dans ettikten sonra babam evde yalnız oldugundan ve uykum artık manyaklar gibi geldiği için eve kaçtım, cereni yine erkenden bırakıp gittik diye vicdan azabı çekmeyi ihmal etmedim. çıkışta bi cocuk kosarak geldi ve ben fotoğrafcıyım PROFİLini cok sevdim filan deyip kart verdi. bu sabah kartı hala kaybetmemis oldugumu farkedip websayfasına baktım ve orda kendi hazırladıgı 2 adet türk bayrağı resmini gördükten sonra aramazsam pek de ayıp olmayacagına karar verdim.

11 Temmuz 2008 Cuma

ge5 :(

bir senedir görüşmediğimi sandığım arkadaşıma buluşmak için akşam 7 ye randevu verip anca 7bucukta yanımda adayla bulusmayı başardığımda ve aslında iki senedir görüşmemiş olduğumuzu farkettiğimde caetano veloso konserine baybay dedims. urbanda yeni çalışmaya başlamış olan garson şarap kadehini kırıp küçük çapta bir felaket geçirmemize sebep olup biz gülümsedikten sonra kızmayın ama cok güzelsiniz deyince, çok pis BAHŞİŞ bırakmamız gerektiğini anlamıştım. bu yüzden hesabı kasada ödedik böylelikle ne verdiğimiz anlaşılmadı, yarabbim cok zekiyim. neyse zaten garson saçmalasa da kendimi bir gecelik de olsa KIRAL hissetmiştim ve bu gerizekalı hissiyat eve gelip asansörün aynasında kendimle yüzleşene dek sürmüştü. evdeyse her zamanki gibi lenslerimi önce çıkartıp sonra gözlüklerimi aradığım için gecenin bi vakti abartısız yarım saat şeffaf çerçeveli lanet gözlüklerimi bulma mücadelesi verdim. bu süreç içersinde körlüğümle karanlık birleşince annemlerin odasının KAPISINA yüzümü geçirmiş olmam keşke kötü bi rüya olsa, bütün dünya buna inanmasa, ben türkücü ruhlu bi insan olmasam. -ammaaaan ne bileyim ben.

10 Temmuz 2008 Perşembe

her daim şık ve namuslu.

galata köprüsünde balık tutarken iffetsizce SAATİ SORDUĞU ve rüzgardan giysisinin etekleri uçuştuğu için (altında TAYT var) 6 ay hapse mahkum edilen Gülcan Köse'yle ilgili haberlere iç sıkıntısıyla bakarken www.yeniozgurpolitika.com adresli siteye erişimin engellenmiş olduğunu farkediyorum. daha evel bu siteden herhangi bir şey okumuş muydum hiç hatırlamıyorum ama ne gerekçeyle kapatılmış olduğunu gerçekten merak ediyorum. Gülcan Köse'ye namussuzluktan hapis cezası verilirken, ÖZEL HAT veya türevi başka bi programda denize giren ünlü KADINlarımızın KIÇ görüntüleri kesilip ekrana büyük halde getiriliyor ve izleyiciler olarak bizler de katiyen ve haşa kadının kıçına bakmıyoruz, gözlerimiz en haysiyetli biçimde SELÜLİTLERİ gözetiyor. hey selülit söylesene VAR MISIN YOK MUSUN. abd konsolosluğunun önünde öldürülen 3 polisten sonra istanbul valisi canlı yayına bağlanıyor ve konuşması esnasında habercilerden şehit polislerin isimlerinin acıklanmamasını rica edip, şehit ailelerine özel ekiple hassasiyet içersinde haber verileceğinin altını çiziyor. valinin bu sözlerinin üzerinden iki dakika bile geçmeden aynı kanalda polislerin ismi sürekli alt yazı geçmeye başlıyor.

6 Temmuz 2008 Pazar

allah yok galba:((:(

dün gece her kültüre meze olduk ve machine denen yere bile gittik. aylardır süren efsaneyi noktalamak istiyorum; hayır tuvaletlerindeki dandik ekranda porno göstermiyorlardı. neyse zaten demirdöküm bi odaymış bu machine ve çalan arkadaşa ayıp olmasın diye içerdeki tuvalet kokusuna tahamül etmeye calısan bizlerden başka kimse de yoktu. bi saatliğine ordan ayrılıp Bİ ARKİDİŞLE başka mekana geçtiğimizde bence hayat yine yüzümüze gülmemişti, geri döndüğümüzdeyse bizimkileri hala machinede ve hepten bitmiş bir halde buldum. bundan sonra daha iyi program yapmadığımızda evden çıkmayalım da sokaklara hepten küsmeyelim adlı önergemi kamuoyuna sunuyorum. eve ikibucuk gibi ulaşmayı başardığımda -taksiye binmeyeceğim diye hırs yapıp 20 dakika minibüs bekledim- ablam ve sevgilisyle karşılaştım ve çocuk beni görünce SAKLANDI. allahım dünyada cok acayip seyler oluyo lan, ben de cocugun yanına gittim eşeklik olsun diye -herif benden 7 yaş büyük- ve de verdim ayarı, yaptım bunu, neyse. last.fm'i açıp baktığımda pelinin alamanyadan dönmek üzere olduğunu ve 21 gündür elle tutulur hiçbir şey yapmamakta olduğumu farkedip 2haftadır bitiremediğim kitaplara yüklenmeye çalıştım ve 4bucuk gibi yattım. rüyamdaysa tatlı bir OĞLAN gördüm. bir de berline 121 ytlye bilet buluyordum ama vize işlemleri uzun sürüyordu ve yine gidemiyordum. kalkmayıp rüyamı uzatmaya calıstım sabah, belki hayırlara vesile olur diye ama bi bok olmadı cok afedersiniz. simdi de feysbuktan cocugu bulmaya calıstım, kimin iyileştirilmiş versiyonunu gördüğümü biliyorum ama orjinali cok fena be abi. "ulusalcıyım atatürkcüyüm laikim, tehlike unsuru oluşturuyorum" grubuna bile üye olmuş oooooooooooofs.
kamuoyu balbay'a değil bana sahip çıksın,
hatta yazdığımı tekrar okudum da allah beni kahrede:( utanmaları da tüketmişims.

29 Haziran 2008 Pazar

çılgın haftasonu.

sapancaya giderken kölesi olmayayım diye laptopu evde bıraktım. tahmin ettiğimden yüksek bi performans gösterdim ve sadece iki kez kompüterle bağlandım hayata. cepkompüteritelefonundan internete girip last.fmden l'ufuk'un çaresiz bu cumartesi bişi yok mu mesajını aldım. fakat cepkompüterimsitelefonumsudan internete girmek zaten yeterince yorucuydu cücük kadar ekranda ve bu yüzden sana sapancadayım diyemedim ufuk. ama ertesi günü (yani bugün) hepten pes edip, sadece 5 dakika lan deyip babamın laptopundan hayata bağlandığımdaysa last.fm açılmıyordu ve yine yanıt veremedim. gece sapancanın huzursuz sokak köpeği çeteleri yine bol bol havladı, moli de onlara lüzumsuz yanıtlar verip uykumu bi güzel tükettiler. kurbağa fobime rağmen dün gece iki elim büyüklüğündeki vahşi hayvana yaklaştım - 2 metre kadar - ve gece cok karanlıkta bakıldığında koca gözlü gülen suratlı bu canlının cok da kötü biişi olamayacagını anlayabildim, sonra babam beni üzmek için ehehehee öldüreceğimms onuu dedi ama kendimi bildim bileli bana bu überzekalı şakaları yaptığı için tepki göstermedim. bugünse okulumun önünde geçip eve döndük, hemen internete bağlandıms ve seneler sonra evde alkohollü içki içiyorum; çünkü insan evde içki içti diye illa alkolik olmak zorunda değil bunu da anlayabilirsem hayatımda inanılmaz gelişmeler oldu sayacağım. çok samimiyim.

26 Haziran 2008 Perşembe

türkiyede etnik çatışma ve görsel kültür.

bugün moliyle beyazın arkadaş olacabileceğini sandığımız için caddebostanda alimayla buluştuk. fakat uzun burnundan anlaşılabileceği üzere lazoğlulaz olan dişi jack russel ne hikmetse moliye kıl kaptı. oyunmuş gibi kovalarken sürekli hırlayıp molinin kıçını kapacakmış gibi yaptığı için yürüyüş esnasında iki köpeği de baglamaktan yana kullandık tercihimizi. fakat beyazın laz inadı doruk noktasına cıkmıstı ve bağlı da olsa buldugu her fırsatta moliyi hırpalamaktan geri durmadı. yine de toplum kimin zor durumda oldugunu anlayamayacak kadar körleşmişti. sonucta moli siyah kırcıllı tüyleriyle olsa olsa zenciydi, en iyi ihtimalle kürt olabilirdi. bu yüzden toplum onun ne kadar içli bir heyvan olduğunu anlamadı, hatta seviyesizleşip o biraz agresif galiba dediler zavallıya. halbuki beyazın VAHŞİ saldırılarından kaçmaya çalışan moli yorgunluktan nefes nefese kaldığı için hırıldayarak solumak durumunda kalmıştı, kimseye kızdığı filan yoktu. ferahlamak için denize girdiğindeyse bekçilerin, burası halk plajı heyvan sokmak yasak, DENİZİ PİSLETİR uyarısıyla karşılaştı. eminim aynı konumda beyaz olsaydı, sırf tüy renginden ötürü birinci sınıf vatandaş muamelesi görür, belki plaj iskemlesine bile oturtulurdu. eve dönerken taksiye bindik, allahtan taksici eski köpekçilerden cıktı da moliye koltuga oturabilirsin dedi, ama moli yine de yerde yolculuk yapmayı tercih etti çünkü toplumun ona dayattığı SINIFI çoktan içselleştirmiş, bana hüzün bekçisi bakışlar atıyordu.

24 Haziran 2008 Salı

jrıjtg3k4qf

dün gece rüyamda önemli bir yere gidiyorum fakat ayakkabılarım hem çirkin hem de ayaklarımı acıtıyor, bu da yetmezmiş gibi sürekli mühim insanlarla tanışıyorum ve benimle hiç alakası olmayan sempatik bi gülümseme yapışmış suratıma. (vallahi böyleydi ve rüya esnasında durumun abesliğini sorgularken uyandım)
doğal olarak, uyandığımda bu rüyayı hiçbir şeye yoramadım, taa ki ali gelip doğum günümü (yine) unuttun diyene kadar. şimdi farkediyorum da rüyamda kendimi ali olarak görmüşüm -yoksa hayatta kötü pabuç giydiremezler bana- . senelerdir tek bir doğum gününü bile doğru dürüst kutlamayı başaramadığım içinse gururluyum, ömür boyu başarı ödülünü hak ettims, her sene 24 haziranda aynı safsatayı yaşıyoruz, kimliğini araklayıp doğum tarihini ileri aldıracağım:(((

22 Haziran 2008 Pazar

5ı3tkö2tg

dün we're looking for a lot of love çalarken biraz hüzün bekçisi oldum, sonra kimin yanından geçsem herkes birbirine aşkım diyordu ve bu durum beni biraz yordu. santralin ana giriş çıkışının yanındaki afişlerdeyse beğendiğin çocuğun adını öğrendin mi yazıyordu. aşk festivali böyle bir şeymiş demekki.

17 Haziran 2008 Salı

Now you know how to greet people in Swahili!

jambo yazınca oluyormuş. fakat nasıl okunur hiç bilmiyorum. swahili afrikadaki kabilelerden birine ait gibi gözükse de değil demek isterdim, fakat doğu afrikadaki swahili halkının diliymiş cidden de. allah önce flickr'ı sonra wikipedia'yı başımızdan eksik etmesin.
bugün annemin yoğun takıntıları sebebiyle, silsek de 3 dakika sonra molinin ŞAKIR ŞUKUR su içmek, içmeye niyetlendiği suları yanaklarından akıtmak ve akıttığı sulara pis ayaklarıyla basmak suretiyle leke yaptığı taşları temizleyebilmek için v for vileda dedim ve terası süpürüp sildims. (silip süpürmek diye de bir jargon var ama o öyle olmaz ki canım, neyse.) fakat bu esnada MALTA ERİĞİ AĞACInın kocaman saksısının altında tonlarca karınca yaşadığını farkettim, battal boy saksıyı
binbir eforla itip altındaki karıncaları faraşa bir güzel topladıktan sonra öldürmeye kıyamadığım için hepsini 8. KATTAN AŞAĞI ATTIM. buradan o esnada yoldan geçmekte olan güzel halkımdan özür diliyorum.

11 Haziran 2008 Çarşamba

kimse üzerine alınmasın bence.

çünkü inanılmaz fazla insanda bunu görüyorum, kendime objektif bakamıyorum, belki ben de yapıyorum, bilmiyorum.

hepimiz özgürlükler dünyasında yaşıyoruz, o kadar aşmışız kii AABİ yaaani her şey çok NORMAL bizim için.
eşcinselleri, biseksüelleri seviyoruz. onları asla yadırgamıyoruz, onlar da BİZDEN BİRİ.
fakat sonra bir gün -nasıl olduysaa?- bir hemcinsimiz gelip bize "yavşayıveriyor", işte o zaman bu, herkeslere anlatılası, offf yaa olm haftasonu bi bilsen neler olduu denilesi bir olay haline geliyor.
ben bu ikilemin samimiyetsizliğinden tiksinir oldum. bence hepimiz tiksinsek çok iyi olacak.

10 Haziran 2008 Salı

polis GEYİK yapmaz.

bugün başıma yine dandirik işler geldi. bütün gün leventle taksim arasında hıyar bi mekik dokuduktan sonra 82 çay içip, tatil kitaplarıma başlayıp eve dönmek üzere dolmuşa bindim. sonra sevgili dolmuş ikinci köprüyü tam geçti ki polis bizi durdurdu ve bi kaç s2k belgesinin olup olmadığını sordu dolmuşçu efendiye. ben cok sanslı oldugum icin gerzek şoförün belediye izin belgesinin miladının dolduğu açığa çıktı. ve mcrk (sesli harfleri siz doldurunuz) polis arabayı bağlamaya karar verdi. biz de afedersiniz bok gibi kaldık. fakat millet mal mal duruyor kimse ne bir şey soruyor ne de durumun abesliğinden şikayet ediyordu. sonuçta köprünün başında ultra salak bi konumda kalakaldık ve bir allahın kulu polise yaptığının mantığını sormaya tenezzül etmeyince ortamın yaşça en ufağı olarak polise DİKLENMEM kaçınılmaz bi hale gelmişti. başta gayet nazik moddayken, gelişen diyalogla oluşan şokun etkisiyle GERZO moda geçmem oldukça kısa sürdü.

-memur bey biz şimdi ne olacağız?
-git taksiye bin. (dövebilir yalnız, öyle de güzel sesinin tonu)
(adam bunu söyleyince ben direk kontrolü kaybetme modunu açtım doğal olarak.)
-parasını da aranızda toplayıp sizler mi vereceksiniz, ya da ben para mı basıyorum?
(ben böyle deyince bir süre kilitlendiler, ama ruhani lider olarak daha rsp çcugu olan hemen atladı.)
- o zaman git otobüse bin.
(evet öyle bir yerdeyiz ki, hem otobüs bileti satılıyor hem de gideceğim yere sürekli otobüs geçiyor allah sizi inandırsın.)
-yahu böyle iş olur mu? kontrolü neden daha makul bir yerde yapmıyorsunuz? şoforun hatası yüzünden neden yolcuları zor duruma sokuyorsunuz?
(bu noktada mantıksız bir çok boş laf ettiler, genel özeti bizim iznimiz var burda bi güzel ceza kesmek için, siz ne bok yerseniz yeyin şeklinde yapılabilir.)
-o zaman ben de sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunacağım. isimlerinizi söyler misiniz?
(hee evet bulun, hatta internete git bak orda şöyle yap böylee yap öyle bulun diye konuşmaya başladı içlerinde kendini zeki sanan bir adeti, ama tabi benim de sinir bozukluğuyla az kalsın SEN BENİM KİM OLDUGUMU BİLİYOR MUSUN? tribine girmeye yaklaşmış olmam da içler acısı.)
-bakın BANA geyik yapmayın (ben kimsem artık). (bu noktada isim ve sicil numarası konusunda ısrara devam ediyorum) (işte o anda en belamı skmeye niyetli olan polis beyefendi geldi ve noktayı koydu)
-ne demek şimdi sen böyle konuşuyorsun polis GEYİK yapmaz, öyle GEYİK MEYİK diyemezsin.
(suratından anladım ki bir şey daha söylersem beni de HAKARETTEN -artık türklüğe mii, polise mii, adalete mi bilmiyorum- götürecekler şoforle beraber, zaten onlar da benden kurtulmak için şofore kızmaya başladılar bu noktada)

neyse ben bayağ sinirlendim, ve gerçekten adamları şikayet etmek istedim. iki nazik konuşsalardı bizi zor durumda bırakmalarını sakin bile karşılayabilirdim. allahtan bugün önemli hiçbir işim yoktu o saatte, ama gayet sınava, bir şeye filan yetişmem gerekiyor olabilirdi. ama gerzek heriflerin zerre umrunda olmadığı gibi bir de ukalalık yapmaları oldukça hoştu. şoför de siklemedi saolsun. ama en ilginci dolmusta benim dısımdaki insanların ağızlarını açıp tek bir şey söylemeye tenezzül etmemesi oldu. ben beceriksiz bir biçimde hakkımı aramaya çalışırken hepsi mal mal bakınmakla yetindiler. bence hep böyle devam etsinler, sonsuza dek herkes ensemize vurup lokmamızı alsın, müstehak anasını satayım. gitti hepsi paşa paşa taksi çevirdi. sonra bir kız geldi yanıma, gel ben kazaskere gidicem taksiyle, birlikte gideriz dedi. taksi kadıköye gelince kıza HESABIN yarısı verip ineyim dedim. fakat kız almamakta ısrar etti, zorla verebildim. ben işin haksızlık boyutuna delirmiş durumdayken; kızın, içinden AH CANIM YAA FAKİR deyip beni sahiplenmesine doğal olarak pek sevinemedim.

8 Haziran 2008 Pazar

balıkların gizemsiz dünyası.

akvaryumumdaki en büyük balıklardan biri geçen gün can çekişe çekişe öldü. iki sene evel bu gibi durumlarda asabım bozulup ağlıyorken, bu sefer ölen balığı da pek sevmediğimden biraz sevindim. yine de hayvan ay bana bi şeyler oluyor dercesine sürekli kendi etrafında dönüp dururken, arkadaşlarının, mundar olmadan evel yiyip bitirelim şunu dercesine sürekli can çekişen hayvanı tırtıklaması, her ölen balık vakasında olduğu gibi iç gıcıklayıcıydı. tekir büyüklüğündeki balık öldükten sonra -canı çekmesin diye moli hariç- herkese tek tek götürüp, mehe mehe akşama salata koyalım mı deyince, hepsi büyük bir iğrenme hissiyatıyla balığa ve bana baktılar. balığın da gözü ve bıyıkları yenmemiş olduğu için evdekilere ükela bakışlar atıyordu adeta. bir akşam yemeğinde 50 tane hamsi katletmeyi biliyorsunuz ama deyip gittik balıkla ben, sonra onu klozete atıp son yolculuğuna uğurladım.

7 Haziran 2008 Cumartesi

hiltonların haftasonu kaçamağı.

aniden farkettim ki aslında ilkokulda sürekli korkunç hayvan taklitleri yapan çocuklardan biriydi. muhtemelen hoca onu tahtaya kaldırıp sürekli abukluklar yaptırıyor, bu da coştukça coşuyordu. bunu bu kadar geç farketmiş olmama kendim de şaşırdım. ilk tanıştığımız zamanlarda irlanda aksanıyla ingilizce konuşan spikerlerin taklidini yaparken zamanla kendini geliştirmiş, that is to say diye diye burnunu sıvazlarken adeta bir zizek olmuştu, fakat elbetteki o bununla yetinmeyecekti. geçen kış, koltuk altı kılımın bile taklidini yaptığını düşününce, sendeki bu yeteneğin kaynaklarını düşünmek istedim; ama şu yazıyı yazarken bile tiksindim ilişkimizden yahu, neyse haydi you're welcome, yanlış anlaşılmasın - bişiy diiiil demek iste-medim.


ayrıca alakasız olarak, kaç zamandır birilerinden şu tespiti bekliyordum ümitsizce, natalie dee'den gelmiş.



5 Haziran 2008 Perşembe

special thanx to ayhanakman


kamuoyundan esirgemeye dayanamadığım için
sps amfisinden arakladım bunu.


2 Haziran 2008 Pazartesi

memati

bugün milliyetin gündemini başka bi assolist manken mevzusu meşgul ediyordu. aysu baceoğlu, kendi kendini çektiği üstsüüzz pozları internete düşmüşş diye ÇOK ÜZÜLMÜŞ. hatta milliyet, ÇOK AĞLADI diyordu. fakat bunların yazdığı sayfanın sağ köşesinde, bu çok ağlatan fotoğrafın büyük boyutunu görmek için TIKLAYINIZ yazması, son günlerde yaşanan GÜZEL AHLAK tartışmaları çercevesinde mi ele alınsın, yoksa basının özgürlüğü mü veyahutta reyting manyaklığı mı bilemedim. bu arada fotoğraf gerçekten pek fena, yani benim de öyle fotoğrafım olsa piyasalarda, kesin REMOVE TAG yapardım. çok geçmiş olsun aysu, bu arada fotoğrafın çözünürlüğü de pek kötüydü, milliyetin kabahati değilse git kendine yeni bi cep telefonu al yavrum. saygılarr.


31 Mayıs 2008 Cumartesi

amma çok konuştum bugün

sanırım konuşacak kimsem yoktu ve de finallerden kaytarmak için buraya saklanmam oldukça zekice.
ufukurasa sempati duyamaz oldum. trene binip bütün kameralara el sallayarak ankaraya gittiğini gördüğümde samimiyetsiz bulmuştum. aysun kayacı, ayol atatürk bile savaş döneminde iki kadını idare ettiyse bu türk erkekleri ne yapmaz gibi bir cümle ettiğinde aysuna türklüğe hakaretten dava açılmış idi, saygıdeğer beyfendi ufukuras cıkıp bu 301'e hakarettir dediğinde, ben de öf demiştim. daha hoş olanı pınarkür, mücüdear, aysun kayacı ve başka bi kadın daha galiba? -izlemedim bunları ben gazetelerin yalancısıyım kusra bakmayın- bi program sunuyorlar ve oradan mücde ufukurasa ck ck diyerek trip atmıştı, sanırım ufuka göre aysun mankendi ve de salaktı ve 301 onun gibilere göre diildi. kim bilir belki de daha sofistike sebepleri vardı bilmiyorum. aysunun ettiği laf cok boş yani ve bundan dava acmak cidden cok aptalca, belki de ufuk gerçekten bunu demek istemişti, ama 301lerin hangisinde mantık vardı ki? ve ben nerden bilebilirdim sonuçta. ama mücde trip attı diye ufukuras hatta bağlanmış ve de öyle demek istemedim mücde hanım sizi üzmek istemem, annenizi de çok severdik vallahi -tam da aysel hanımcagız ölmüstü bu günlerde- dediğini gazetelerin tuvalet ekinde okuyunca bana biraz abes gelmişti.

bugün yine sabah gazetesinin günaydın isimli tuvalet ekinde okudum, ufuk uras 5 yıldır tv izlemediğini ifade etmiş, ona favori tv programını soranlara. neden beşş demek istedim, yine biraz tatsız geldi. ama daha dramatik olanı, allah sizi inandırsın benden daha boş şeyler yazdığı halde günaydından para alan yükselaytuğ isimli gazete yazarının, bence bi politikaci tv izlemelidir. yoksa cevresinde olup bitenlerden nası haberi olacak, mesela avrupa yakasını izlemezse anadolulu genclerin istanbula geldiklerinde yasadığı kültür erozyonunu nasıl farkedecek gibi cümleler sarfettiğini görünce sabah gazetesine mail atıp lütfen beni yazar olarak alın, yemin ederim ben daha iyi saçmalayabiliyorum demek istedim.

bu arada tvyle ilgili hoş bi hikaye daha var. ayşe hatun önalla röportaj yapmışlar ve kendisi belgesel izlediğini ve sürekli aslanların kavgasını ve geyikleri yemesini izlemekten bezdiği için tvsini iki yıl önce attığını açıklamış. ben bayağ dramatik buldum. eğer gerçekse, türkiyede sürekli salak muamelesi yapılan bir mankenin aklını sıyırıp, ben gerzek değilim dercesine discoveryde sürekli kendini yineleyen programlardaki aslanları izlemeye vermiş olması ve en sonunda tvsini atmak durumunda kalması oldukça acıklı. kanalı değiştirebilir veya bazen dvd izlerken keyifli olsun diye HD çakabilirdi. fakat sanıyorum onun da psikolojisi bozulmuş.

yehhües

radikalde bu sabah pek hoş haberler karşıladı türkish ripabliki, n'oluyor olm dedirten kalitesiz haber başlıklarını dizmek istedim. bu gerzek haberler her yıl defalarca kendini tekrar ediyor yanılmıyor isem.

1)Diyanet sonunda konuştu: Flört sadece günahmış!
2)
İmamdan kene ölümüne çözüm: İmana gelin
3)
Fransa'da Müslüman gelin bakire çıkmazsa

yalnız keneden ölen kişinin cenazesinin, imana gelin, fuhuş yüzünden oldu bu keneler hep konseptli haberin sayfasında CENAZE FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN yazması bütün bu haberlerden daha acayip.


hocam kanaaatime göre siz biraz madırfakırsınız

İçerik çok iyi olmuş Simin. Ama kâğıt fazla kızardı. Konuşmanda görülen dile hakimiyeti yazıda ve yazımda da görmek iyi olurdu. 1,5 aralık olmalıydı.

seviyorum ulan, uykusuzdum çok, öyle denir mi hiç. ben sana kızdım mı İPEKONGUN bilmiyorsun diye hem. sınavda iki şıkka birden basmış sonra ipekongunu, hemen gönlümü aldı madırfakır ya.



28 Mayıs 2008 Çarşamba

haydisene teenager

çok fazla şeyden rahatsız oluyorum, yani rahatsız olduğum bir çok şey var. bunlardan rahatsız olmamak istiyorum. zaten şuanda sebebini bilmediğim bir şeyden ötürü inanılmaz gerginim. gerginliğimi atmak için bir saattir internette beni ilgilendirmeyen şeyleri karıştırıyorum. feysbuktan tanımadığım birinin doğum gününe KİMLER GİTMİYORMUŞ ona bakıyorum. flickrte tanımadığım birinin çektiği fotoğraflara bakıyorum. ama içimi kaldıracak bir şey bulmak zor olmuyor. birbirini öpecek gibi duran ama öpüşmeyen iki insanı görüyorum. ÖPECEKSEN ÖP ULAN ALLAHIN CEZASI, nefret ediyorum bu belirsizlik anlarından. ns asistanının, ekstradan 2 puan isteyenler ekteki geçen yılın finalini çözüp yollasınlar yazılı mail utanmadan yollayabiliyor olmasından (ki final 8 sayfa 26 soru mu ne içeriyor) nefret ediyorum. sabancı adresime gelen, START A NEW LIFE NOW başlıklı mailin içinden enlarge your penis konseptli bir yazı çıkmasından nefret ediyorum. dün geceden ötürü bugün muazzam uykusuz kalmışken bi türlü uyumayı becerememekten, ayıklıkla uyku arasındaki ince çizgide olduğum şu dakikalarda paperın final versiyonunu yazmak zorunda olmaktan, üstüne quiz için okuma yapacak olmaktan, lisede senelerce yaymışken ruh hastası bir inek haline gelmiş olmaktan, hasan bülentin girdiği her tarih amfisinde, soru sormak için odama gelebilirsiniz diye tekrar etmesinden, yalnız dışarı çıkmaktan, insanlarla birlikte bir şeyler yapmaktan, ulaşıma hayvan gibi para vermekten, yazın ne yapacağımı bilmiyor olmaktan, yemek yemek zorunda olmaktan, sinirlenince ağrımaya başlayan sol kolumdan, sürekli şikayet ediyor olmamdan nefret ediyorum. bugün sabahtan beri hiçbir şey yapamadım zaten ama dünyada yalnızca kötü şeyler olmuyor; bugün bi arkadaşımın kollarını biraz incelmiş buldum, ÇOK SEVİNDİM. sanırım yeni bir hayata başlamak için büyük bi penis şart değil arkadaşlar.

25 Mayıs 2008 Pazar

lavalavalava



dün sıkıntıdan insan langırtını bile zorladık, iki gol yedim. takım arkadaşlarımı hüsrana uğrattığım için büyük acılar yaşadım.

23 Mayıs 2008 Cuma

onaltımartikibinbeş

16mart2005

geçen mevsimde
biri, ricam üzerine,
büyük bir baloda
tanıştırdı beni sizinle!
sevdim sizi, ben,
söylemeye ne hacet!
siz beni sevdiniz mi?
buna inanmadım hiç.

(ma mere, p.80)

21 Mayıs 2008 Çarşamba

allah beni sınıyo

bugün okuldan sonra yeni bi arkidişle taksime gittik, şatılın arka tarafına doğru oturduk. burdan tüm şatılcı gençleri uyarıyorum; ön taraflarda soğutma işe yarıyor ama arkalara yetişmiyo bu hayvan sıcaklarda. ben de medeni cesaretimi kullanıp şoför beye gittim ve şoför bey klimayı biraz daha açar mısınız dedim fakat adam benle konuşurken sürekli arkaya bakarak konuşuyodu ve kesin kaza yapacaktık ben de neyse sikerler diyip yerime döndüm tabiy. neyse gittik danışmanda oturduk, danışman nispeten soğuktu. eve dönerken bindiğim dolmuş bozuldu 3 kez durduk şöfer efendi genç bi beydi, inip 15 dakka bekletti bizi her seferinde, canı saolsun hiç kızmadım çünkü motorun ne kadar ısındığını klimanın içeri üflediği alevli havadan ben de çok pis anlamıştım. eve gelmem baya uzun sürdü doğal olarak. neyse eve geldim. sabahtan beri yarım tostla durduğumu ve bi lipton icetea, altı çay bi de bira içmiş olduğumu farkettim, midem çok hoştu. yemek yiyemeyecek kadar umutsuzdu. moliyi parka götürdüm. kaka çiş yaptı. eve döndüm yeğenlerim bağırıyorlardı. sonra birinin bezini benim odamda değiştirdiler. onlar gidince camı açtım, koku da gitsin diye. fakat bu esnada bizim kapıcının oğlu beyfendinin arkadaşlarından biri de askere gidiyordu. bütün mahalleli toplanıp, en büyük asker bizim asker diye bağırdılar. ve ben yarınki mühim mini sınava çalışmaya çalışıyordum. sonra, TEKBİİR diye bağırdılar, ardından da ALLAHUEKBER dediler. bunu bi kaç kez tekrar ettikten sonra yoruldular. löylöy mü çekyonuz olm demedim kesinlikle, geçen ramazan cinnet geçirip camdan davulcuya bağırdığım gibi de bağırmadım hiç. onlar allahuekber demeye devam ederken ben de YA SABIR diyordum, sepese sınavı ne olacaktı peki ve tam şu cümleyi yazarken ÇALMAYA BAŞLAYAN ZURNA?

20 Mayıs 2008 Salı

bazen burdan

HELP diye bağırmak istiyorum. sadece buradan değil. duyulabilir, görülebilir her noktamdan S.O.S. vermek istiyorum. ama çoktan öğrenmedik mi sürekli başka şeyler anlatıp söylemeyi?

17 Mayıs 2008 Cumartesi

saturday night fever!!

bir cumartesi akşamını daha evde ve yatakta geçiriyorum. hastalıktan yatıyor olmasaydım, dışarıda da eğlenecek bir şey nasılsa bulamayacak oluşumdan ötürü pek üzülmüyorum başta bu duruma. ama nefes alırken canım yanıyor. üzücü olan şey ise animal planetten alınmış saçmasapan lemur vidyoları izliyor olmam. they're black out junkies filan diyor belgeseli sunan adam. ağlayabilirim. hayır bu gece erken bitse bari, ama yeni uyandım yani allah kahretsin.

16 Mayıs 2008 Cuma

ayrıca -dünya şimdi daha mı güvenli?

bilet fiyatlarınızı gördüm, sahne arkası gösterimlerinizden altı sıfır atın organizatörlerin kafasına diyorum. 2003te 30 ytl, 2008de 75ytl, hatta sahne önü diye ayrı kategori yapmışlar 112 ytl! iyimişşşş. fun!

15 Mayıs 2008 Perşembe

j3f02f3

dün akşamüzeri yorgunluktan ölürken biraz stüdyoya gidip kestirmek gibi bir cinlik yapayım dedim. sonra ismini nüksetmek istemediğim bi arkadaşın ödevine malzeme bulmak amacıyla erotik site aradık fakat hep hardcore çıktı. mecburen hardcore pronoların arasından foreplay görüntüleri yakalamaya çalıştık, fakat 60 saniyelik görüntüler genelde daha mühim dakikalara yoğunlaşmıştı. arkadaşın arama motoruna yazdığı bi sürü hoş kelimeye rağmen verimli sonuç alamadık. laçkalığımızı sorgulayamayacak kadar laçkalaşmış olmak güzel bir şey.
neyse akşamın bi saati eve döndüğümde erkenden yatayım dedim ama o kadar yorgundum ki uyuyamadım. vidyolardan değil tabii, arasınavlar saolsun. ama bugün, günler sonra, çok şükür tansiyonum düştü de günışığını kaçırıp balkabağına dönüşmeden eve dönmeyi başardım. uyuyacağım ve kalkıp tekrar çalışacağım. beş alan ben olacağım:(

13 Mayıs 2008 Salı

vöeaah

grupça yapılan her ödevden, projeden tiksinmemek elde değil. bugün de maalesef biriyle ortak bişi hazırlamam gerekiyordu. o esnada cocugun leptıbında gugildan bişi aratmam gerekti, tam yazıodum ki evelki aratmalarda "döl yutmak hamilelik" ve türevi bi dolu kayıt çıktı. sevgilisi var bu arkidişin, ama namuslu(!) takılyolar bu aramalardan anladıgım kadarıylan. allahım yerabbim diyorum, amma içimden tabiy. aynı arkadaş daha önce de 2 vodka içtikten sonra bana bekaretle ilgili düşüncelerimi sormuştu. allahım cok acayib insanlar var, sen bizi koru. amin.

6 Mayıs 2008 Salı

pıt

günlerdir çok yorgun olmama rağmen doğru dürüst uyuyamıyorum, ya uyumayı bereceremiyorum ya da sıkıntılı rüyalar görüp sürekli öldürülüyorum. dün gece yatmadan önce de böyle olacağını artık kabullenmiştim neyseki bu gece öldürülmedim daha saçma bir rüya gördüm. deniz manzarasına sahip bir çaycının terasındayız -rüyamda- sevdiğim biriyle. aylar sonra ilk defa görüşüyoruz sanki. ama o aniden yan masadaki cemil koçakla ingilizce öğretmenliği sınavları -bu ne ya:((- hakkında konuşmaya başlıyor. ulan ben senin için onca sıkıntımdan kalktım geldim oturuyorum, sen şimdi ne bu ingilizce lan demiyorum. çaycıda kafamı yastığa koyup, oturduğum yerden kalkmadan üzerime yorganımı çekiyorum. fakat muhabbet bitmiyor. sonra bi bakıyorum kalkmışım, sessizce içeri girmişim, küçük bir cam buluyorum. tamam burdan aşağı atabilirim kendimi. cam biraz yüksekte, tırmanmam gerek ama bir bakıyorum ayağımda 4 sene evel birilerine verdiğim kocaman ve ağır patenlerim. pes etmiyorum ama garsonsu biri geliyor. beni yukarı, çay içilen yere geri götürüyorlar. sonra yanımdaki arkadaşım kız arkadaşıyla buluşacakmış, başka bir köşeye oturalım orda avea daha iyi çekiyor diyor. iyi. geçiyoruz. oradaki tipsiz adamlar bana, neyi protesto ediyordun ehe ehe diyorlar, hatta biri sekülerizm mi diyor -ulan ne alaka?- , o zaman ağlamaya başlıyorum ve buna, hayata dair anlık bir anlam yüklemek zorunda mısınız diyorum. uyandım. eşek herifler.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

kem küm

bir kaç yaşlının toplaştığı her ortamda konunun siyasete dönmesi, sonra doğuya yönelmesi sonra yaşlılar ve ben olarak kavga etmemiz fakat azınlıkta kalmış ve çocuk oluşumdan ötürü kimsenin benim dediğime inanmaması filan bunlar mühim değil. ama bugünkü kadın az evel benim için, işte sen de bu konuşmalarla öğreneceksin dedi. bunu demeden az evel; zenciyi beyaz yapamazsın, bazı şeyler genetiktir, benim annemde eğitimsizdi ama urfada pis elleriyle bardağı ağzından tutup uzatan adam gibi değildi hiç de bi kere dedi. bunlara ek olarak bazı insanların genetiksel olarak aptal olduğunu versen de alamayacaklarını, doğudakilerin alma kapasitesi olmadığını söyledi. kürtleri sevmediğini söyledi. seneler evel de hiç unutmam, simin sen TM seçmişssin senin gibi zeki bir kızın TM ile işi ne, mühendis filan olmalısın demişti. saolsun ben de mühendis oluyorum. o zaman da tiksindiğim bu mantalitenin yoğun etkileriyle yıkılmış bir duvar olarak görmesem de kendimi artık, zamanında yaptığım tercihlerde -vallayi yönelimim yoktu hiç- bu yıkımın büyük etkisi vardı, ÇÜNKÜ BEN ZEKİYDİM ve MÜHENDİS OLMAM GEREKİYORDU. neyse. yine de bugün, bu kadına, seneler sonra ilk kez biraz sempati duyabildim. nedenini ben de hiç anlayamadım. sanırım ÇOK DOĞALDI ondan. aslında iyi insanlar lan, bu dedikleriyle yaptıkları asla uyuşmayan herkeslerden kendisi ve kocası. adam da fabrikasında çalışan insanlara, makinelerin gürültüsünü engellesin diye kulaklık, tozdan rahatsız olmasınlar diye maske almış zamanında, yalvarmış yakarmış taktıramamış. inandım ona; ama bunun birçok şeyi açıklamak için hiçbir şey ifade etmediğine onu inandıramadım, ve bu duruma pek de üzülmedim.


2 Mayıs 2008 Cuma

beni pirensin mor yağmurlarında yıkansınlar.

amman yanlışş anlaşılmasın, türk popunun aşksız prensi rober hatemodan bahsetmiyorum tabii ki.
prince coachella festivalinde radiohead creep coverlamış, ben de büyük arzularla yutupta vidyosunu arattım mamafih npg records vidyoyu hişş kopirayt denen bişi var diyerekten kaldırtmış, geriye üzülmek kalıyorr. yine de coachella'da söylediği purple rain'in 46 saniyelik bi kaydını yutupta bulmak mümkün:( havalı durur belki diye buraya koyacaktım ama yutup hesabım olmadıgı gibi açmaya da üşendim. tenx

30 Nisan 2008 Çarşamba

ööfs.

Yakında herkeslerin şu yandaki american apparel mankeni gibi gözükmeye başlayacağından korkmaya başladım. Nerden patladı bu sefer tam olarak kestiremesem de, erlend oye'nin büyük etkisi oldu sanırım bu kimilerince GEEK kimilerine göre NERD modasının dünyamızı ele geçirmesinde. Açıkçası ben şimdiden sıkıldım, sağda solda gördüğüm iri gözlükleriyle seksi gözükmeye çalışan derinliksiz ablaların yanlarına da kitaplar dizdiği avatarlarından. Geçen cumartesi peyote'de kocaman yuvarlak gözlüklü en az 8 erkek gördüm. Benim de gözlüklerim var, benimkiler de kocaman anasını satayım, ama ben onları takarken KANKAM bile bana babane diyordu ulan bunlar nasıl moda oldu ya:(((, zaten kör talih yüzüme hiç gülmediğinden ben yaklaşık iki sene evel görmeyip - bi gözüm 4 bi gözüm 5 derece olmak suretiyle miyop birisiyim - o gözlüklerin üzerine bi güzel oturmuştum ve o günden beri iflah olmaz bir biçimde yamuk duruyorlar. Niye yenisini almıyorsun eh gerizekalı dostum derseniz, bir diğer talihsizlik olarak yüzüm çok küçük hiçbir gözlük tam olmuyor OLM YAA. eski gözlüklerimi de yüzüme uymalarının sevinciyle kendimi kaybedip VALENTINO olmalarına rağmen satın almış olmam da ayrı bir yürek acısı.

Buna ek olarak alternatif camiada yükselen yoğun Kylie Minogue ilgisi de beni korkutuyor ve bu acayip ilgi bende de mevcut. Aynı şekilde Enrique Iglesias konserine de gitmek istiyordum, mantıklı sebeplerim vardı kendimce; adamın hem seksi hem de SÜREKLİ AGLAYACAKMIŞ gibi olan bakışlarına dayanamıyordum. Neyse gidemedim o konsere; ama sonra tvde gösterdiler biraz, zavallı enrique sahnede mustafa sandal gibi duruyordu. Sahnenin her türlü görsel efektten yoksun olması ve yüzüne patlayan beyaz ışıktandı sanırım, seksi seksi bakamaz olmuştu. Kim bilir belki de lenslerini takmayı unutmuştu? İyi ki gitmemişim abi.

Son olarak, bu yaz gitmeyi planladığım her güneşli etkinlikte en az 350 adet de wayfarer görmezsem bileklerimi kesmek niyetindeyim. Teşekkürler.

28 Nisan 2008 Pazartesi

borç // haraç

minnet borcunun sınırlarını belirlemek gerekli. bunun bir hassas teraziyle ölçülmesi ve ona göre hareket edilmesi gerekiyorsa, sanıyorum ben gerekeni verme yeteneğine sahip olamadığımdan yanlış yerden yüklenip kendimden bir şeylere zarar veriyorum. anne-baba, özellikle anne tabi, çocuk büyütürken normal bir insan olmaya devam edebilmiş kaç tane anne var piyasada bilmiyorum (feysbukta arattım; çocuk yetiştirdikten sonra aklını kaybetmeyen kaç anne kaldık? diye ama henüz yeşermemiş bu grup, belki de kurabilecek kimse kalmadı diye), neyse. peki çocuk, hayatının yüzde kaçını annesine verdiği zararların vicdan azabını çekerek yaşarsa bu suçluluk duygusundan kurtulur veya gerçekçi yaklaşıp bu benim suçum değilki lan derse kendisinden nefret etme ve insanlığını sorgulama sürecini ne zaman atlatabilir. minnet borcunu ödemek için ne yapsak fayda eder. annemiz onun gibi bir anne olacağımızı hayal ettiğinde gururlanacak kadar düşüncesiz, onun gibi bir hayatı seçtiğimizi gerçekten görebildiğindeyse ağlayacak kadar pişmanken ve kendi içindeki bu çelişkilerin herbiri bize gözlerimizi açtığımız andan itibaren zarar vermeye başlamışken, onun hastalıklı hayatının yükünü de taşıyan bizler (biz?) sağlıklı bir hayata kaçacağız derken annemiz-babamız üzülmesin diye illaki birine mi varmalıyız, ya da herhangi uzaklara yardırmak zorunda mı kalmalıyız hep. peki iş haraca vardığında içimde kabaran ve bir yandan yeni vicdan azaplarına yol açan öfkeyi kime yönlendirmeliyim. aile kadar hastalıklı bir konsept ömrümde görmedim. sıkıcılığımın baharındayım.

27 Nisan 2008 Pazar

so called hüzün bekçisi

plagiarismden içeri girerim diye korktuğumdan burda küçük bi açıklamayı uygun buldum. blogun adını seçmemde gönülden desteklerini esirgemeyen; marquez'ye ve bütün hüzünlü orosbularına, ek olarak miladdan önce cemil ile tanısmamıza vesile olan pozan'ın "hüzün bekcisi ağlayan melek, penceremin kenarında yine" şiirine sevgilerimi sunuyor ve onları bağrıma basıyorum. (şiir elbetteki bu kadar değil, ama bilincaltım muhtemelen yaşanılan şokun etkisiyle devamını yok etmiş)

26 Nisan 2008 Cumartesi

cop

bu dönem tll'de okuttukları her roman birer baştacı benim için. hepsini okurken vicdan azabı çekiyorum. bugüne kadar okuduğum bütün ıvırzıvırlar -cok entellektüel sanıyordum o esnada- için kendime kızıyorum adeta.
okuduğum herşeyden ayrı bir kabus görmem ama genelde okumaya başlamadan önce görmem de bu işe daha saçma bir boyut katıyor. şafak'ı okuyorum bugün, dün başladım.
üç gün evel rüyamda(kabusumda), yer altı gibi bir yerdeyiz, taşın üzerindeyim. rüyanın bir başlangıç noktası varsa, o da çıplak ayağımın altındaki boku hissetmem sanırım. doğru düzgün iğrenemiyorum bile, garipçe kanıksanmış bir durum söz konusu. erkekler de var kadınlar da. tuvalete girmem lazım. sıkışmak dediklerinden. ama bir anda recme mahkum ediliyor bütün kadınlar. içerisi zaten bir hapishane gibi, recmi yapacak olanlarsa erkek mahkumlar. gitmek istemiyorum. henüz alana yollanmamış tek kadın benim. gitmemek için karşıma çıkan ilk görevliye yavşaklıklar yapıyorum. sevimliyim ya, belki beni beğenir de yollamaz. derdim taşlanmamak değil, onca erkek tarafından aşağılanma fikrine katlanamıyorum. bir yandan kadınları toplayıp bir şekilde boykot edebilir miyiz diye düşünüyorum, işe yaramayacağını tahmin ederken uyandım.
şafak'ı okurken gençlik ateşiyle geriliveriyor insan, ayağımın altında olmayan bokun ezikliğini duyuyorum.

25 Nisan 2008 Cuma

hellü

giden yazılara üzülemedim.
bugün cemil için sakladığım penguenlerden birinin üstünde mantı yedim.
ama hiç dökmedim üzerine merak etme yani.