12 Aralık 2008 Cuma

d'aaccord.

sabah cantiye bebek gibi projektörü teslim ettikten birkaç saat sonra kendisi beni aramak suretiyle, simin bir şey söyleyeceğim ben projektörü yere düşürdüm şakasını yaptığında telefonu tuttuğum kulağıma İNME İNDİ ama çenesiyle abukluklar yaparak kulağını kıpırdatabilen ve bundan gurur duyan insanlardan zerre haz etmediğim için bu inme mevzuunu pek dert edindim diyemem. bugün ilk defa birine sebzeli bir yemek pişirmenin haklı gururunu yaşadım, yeni sardırdığım brokoli çılgınlığının suçunu maruz kaldığım progesteron takviyesine atmaktan hiç çekinmiyorum.

erken gelen menopozdandır belki ama yaşlılık kompleksine de sonunda girdim. beş sene evelki ışığı artık kendimde göremiyorum diye hallendim bugün. sonra konu ilerleyince o ışığı bana başkalarının atfettiğini, bugün o insanların nerede olduklarını sorguladım. başkalarının ne düşündüğü bu kadar önemli mi sorusu beni kendime getirdi. ne düşündüğüne önem verebileceğim BAŞKALARInın sayısı o kadar aza inmiş ki üzerime ışık tutan varsa bile fark etmem mümkün değil. egomun sürekli ekstrem uçlar arasında gidip gelmesine engel olabilmeyi çok isterdim. kafamdaki şeyleri, karşılıklı tartışabileceğim bir kendimle konuşmayı isteyecek kadar megolamanlaşabildiğim -nasılsa sürekli bir muhalefet halindeyim- , bir yandansa gençlik elden gidiyor kendimden beklentilerimi gerçekleştiremedim üstelik o beklentilerin ne olduğunu da hala öğrenebilmiş değilim kafasına girebildiğim cliché ikilemi never-ending ergen ruh halime veriyorum.
istanbul'dan gitme hayallerine kendimi sürekli kaptırıp yalnız kalabildiğim her anda gainsbourg familyasından müzikler dinleyip sigara içmemi, karpuz kabuğundan gemiler yapmak'taki çocukların duvara astıkları manzara resmini saatlerce izlemesine benzetiyorum. onların durumunda bu acıklı olurken, iş bana gelince üzerimde komik duruyor. en azından derdimin istanbul ya da türkiye olmadığını göremeyecek kadar düşükkzekalı değilim, kendimden kurtulabilmek için yabancısı olduğum bir contexti arzuluyorum. üçgen şeklinde olduğunu varsaydığım mirror-egomun en sivri köşesi aliyle vakit geçirirken kendimden sıyrılıp efori haline ulaştığım zamanları da hatırlıyorum ama yıllar geçtikçe hepimiz daha mantıklı ve daha karamsar oluyoruz gibi geliyor, ya da bana bütün seçenekler az çok ama hep karanlık geliyor.
benim gibi herhangi bir insanın iç dünyasına dair bir şeyler yazmaya çalışması sığlığın tavan yapması sonucunda çirkin oluyor biliyorum, ama insan orhan pamuk olmayınca hisleri doğru dürüst anlatmaya çalışmak kendi trajedilerimle komiklik yapmaktan başka bir halta benzemiyor ama bunun için pek üzülüyorum diyemem.

1 yorum:

d dedi ki...

kill yourself or get over it